Anasayfa

Pazartesi, Mart 28, 2011

Büyük Oyun Büyük Kürdistan 7

Avrupa, doğuda kendi çıkarı için çalışacak halkı keşfetti: Kürtler
Yapılacak şey bu halkta veya halklarda bulunmayan milliyetçilik ve kimlik duygularını telkin etmek, canlandırmaktı. İngiliz ajanı Yüzbaşı Barry şöyle diyordu: “Türklerden farklı olan 
bu kavmi kendi tarafımıza çekmeliyiz.” Amerikalı misyonerler de “Kürtleri Hıristiyanlığa daha kolay kazandırabiliriz”  mesajı gönderiyorlardı...atılılar için daima büyük bir tehlike teşkil eden Türkler, Osmanlı’nın son döneminde güçsüz kalmış olsalar bile, uzun vadeli perspektifte büyük devletlerin hepsi için de potansiyel bir tehlike teşkil ediyordu. 
Britanya Donanması İstihbarat Servisi tarafından 1918’de yayınlanan gizli raporun sonuç bölümünde şöyle deniyordu: 
“Türkler tarih sahnesine çıkalı beri, daima savaş ve kaba kuvvet ifade etmişlerdir... Eğer bu ırkın çeşitli kolları gençleşmiş bir Türkiye’nin liderliği altında birleşir ve etkin bir şekilde örgütlenirlerse, bu birlik daimi huzursuzluk kaynağı ve özellikle Hint İmparatorluğu için büyük bir tehlike oluşturur.” 

Misyonerler ve arkeologların faaliyetleri
Bölge Hıristiyanlık için de önemli, tarihi bir bölge. Bu bölge halkının Hıristiyanlaştırılması hatta zaten Hıristiyan olan Ermenilerin, Nasturilerin (Süryanilerin) Protestanlaştırılmaları, misyonerler için bir “challenge” idi, kutsal bir görevdi... 
Bu misyonerler 19. Yüzyılın başlarından itibaren okullar, hastahaneler ve sağlık merkezleri açarak kesif faaliyette bulundular. Misyonerlerin bir maksadı, Hıristiyan Ermeni devletinin kurulmasına kadar Ermenileri, bu devlete engel olacak Müslüman Kürtlere karşı korumaktı ve hatta bağımsız bir Ermeni Devleti kurmaktı. 19. Yüzyılın sonlarından itibaren bölgede bir taraftan Batı ajanlarının, diğer taraftan da Rus ajanlarının özellikle Alevi Kürtleri Osmanlılara karşı tahrik etme faaliyetleri de başlamıştı.
Diğer taraftan da ajan seyyah ve misyonerler, gazeteciler, antropologlar ve arkeologlar da bölgeyle ve özellikle yeni tanıdıkları Kürtlerle ilgilenmeye başlamışlardı.
Kürtlerin tarihini, antropolojiyi araştırmaya ve fotoğraflarını çekmeye, yüz ve vücut ölçülerini almaya ve kitaplar yayınlamaya başladılar. Kimlerin gerçek gazeteci ve bilim adamı veya misyoner, kimlerin aynı zamanda ajan olduğu pek belli de değildi. İşin acı tarafı, Osmanlı İmparatorluğu aleyhindeki bu faaliyet devam ederken Osmanlı resmi makamlarının ilgisizliği ve duyarsızlığı idi. Nitekim 1892’de Irak’a  “seyyah ve arkeolog” olarak giden İngiliz Gertruide Bell daha sonra ünlü İngiliz casusu ve “Arap uzmanı” T. E. Lawrence ile birlikte İngiltere hükümetine önemli raporlar hazırlayacaktı. 1921 yılında da yani Osmanlı imparatorluğu çöktükten sonra, İngiltere’nin mandası altında kurulan Irak Krallığı’nın İngiltere Yüksek Komiseri Sir Percy Cox’un siyasi sekreterliğini yapacaktı.

Kürtleri keşfetmek
Avrupalılar artık “Kürtleri keşfetmişlerdi”. Daha doğrusu bu hassas ve çıkarların çatıştığı bölgede Türklere karşı kendi çıkarları için kullanabilecekleri bir  “halkı”  bulmuşlardı. Yapılacak şey bu halkta veya halklarda bulunmayan milliyetçilik ve kimlik duygularını telkin etmek, canlandırmaktı. İngiliz ajanı Yüzbaşı Barry şöyle diyordu:
 “Türklerden farklı olan bu kavmi kendi tarafımıza çekmeliyiz.” Amerikalı misyonerler de Amerika’daki merkezlerine,  “Kürtleri Hıristiyanlığa daha kolay kazandırabiliriz”  mesajını gönderiyorlardı. Problem, o zamana kadar birbirlerine düşman Ermenilerle, Osmanlıya sadık Kürtleri uzlaştırabilmekti!.. 
Miss Gertrude Bell o sırada, o bölgede hem Ermenilerle, hem Kürtlerle ilgili araştırmalar ve çalışmalar yapmakta olan Amerikan misyoner Dr. Joseph Cochran ile de yakın temastadır.
Dr. Cochran’nın dostu Gertrude Bell sonraları, 1921’de Lawrence ile birlikte, Kahire’de  “Kürt”  konusunu konuşmak için yapılan Winston Churchill’in başkanlığındaki toplantıda başlıca söz sahiplerinden olacaktı...

Şeyh Ubeydullah ve yeni simalar
Osmanlılara karşı ilk bağımsızlık hareketlerinin öncüsü olan Kürt aşiret reisi Nihri’li Şeyh Ubeydullah, hem İngilizlerden, hem de Dr. Cochran’dan destek istiyor, onlara;  
“Biz ayrı bir halkız, kendi işlerimizi kendimiz yönetmek istiyoruz!”  diye yazıyor... Dr. Cochran da Ermenilerle Kürtleri Osmanlı’ya karşı uzlaştırmaya, birleştirmeye çalışıyor, daha 1890’lı yıllarda...
20. Yüzyılın başlarında bölge sahnesine sonra adları daha fazla duyulacak kişiler çıkıyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’nun  “Barışları Önleyen Barış” , yani Eski Osmanlı topraklarının, sonra büyük bunalımlara yol açacak olan suni paylaşılmasında Fransız Picot ile birlikte başrolü oynayacak Arap yanlısı Sir Mark Sykes, ünlü T. E. Lawrence ve Kürtlerin Lawrence’i diye tanınan Binbaşı E. W. C. Noel, 1919’da Anadolu’da Bedirhanlar gibi bazı Kürt aydınlarını da yanına alarak Kürtleri Türkiye’ye ve milli mücadeleye karşı tahrik ederken Mustafa Kemal’in karşısına çıkan ve sonraki Kürt isyanlarında sadece parmağı değil, kolu bulunan Binbaşı E. W. C. Noel!.. 
Osmanlı’ya ihanet ve seçkinlerin ikilemi
Osmanlı döneminde aşiret ağalarının, vergi vermemek ve askere gitmemek gibi sebeplerle, zaman zaman başkaldırmalarına rağmen, belirgin bir bağımsızlık hareketi yoktu. Kürtler, I. Dünya Savaşından sonra da (İstiklâl Harbi’nde olduğu gibi) diğer unsurlarla birlikte düşmana karşı kahramanca çarpıştılar. Çanakkale’deki mezar taşları bunun en çarpıcı kanıtı!
Kürtler, özellikle Sünni kökenli Kürtler, Müslüman kimliğine bağlı kalıyorlardı. Ancak, daha fazla Dersim (Tunceli) bölgesindeki Alevi aşiretlerde ve Süryanilerde devlete sadakatin derecesi biraz daha düşüktü. Sünnilerin duyarlı oldukları yabancı, Ermeni, Rus tehlikeleri Alevilerce daha az algılanıyordu.
Ancak Kürtçülük ve Kürt bağımsızlığı hareketleri, Balkanlardaki milliyetçilik hareketlerinden etkilenerek, Doğu’daki kıpırdanmalardan daha bilinçli olarak, Osmanlı’nın nimetini görmüş Kürt aydınları ve Devlet erkânı arasında da 19. Yüzyılın sonlarında başlıyordu... 
Karar vermek zordu...
İstanbul’daki, hatta devletin yüksek kademelerindeki Kürt seçkinleri de kavramlar ve sadakatlar arasında sıkışmış gibi idiler. Bir taraftan Müslüman ve Osmanlı üst kimlikleri ile padişaha ve halifeye bağlılıkları; diğer taraftan Batı’dan gelen telkin ve fikirler doğrultusunda milliyetçilik ve kimlik arayışları bunları etkiliyordu. Devletin ekmeğini yemiş Bedirhanlar, büyükelçiliğe kadar yükselmiş Şerif Paşa, Devlet başkanlığına kadar yükselmiş olan Şeyh Abdülkadir, Kürtçülük ve bağımsızlık hareketlerinin başını çekmeye başlamışlar ve bu yolda Batı devletleri ve ajanları ile temasa geçmişlerdi. Bu kimlik ikilemleri arasında bocalayanlar da vardı. Jön Türk hareketine katılan İttihat ve Terakki’nin ilk yıllarında bu saflarda bulunan Kürt kökenli kişiler, mesela Abdullah Cevdet ve İshak Sükuti, Hikmet Baban, daha sonra İttihat ve Terakki’den ayrılacaklar; Adem-i Merkeziyetçiliği, Merkezi Hükümet yerine bölgelere yetki devrini savunan Prens Sabahaddin’e katılacaklardı. Ademi  Merkezıyetçilik yanı eyalet sistemı -bugünkü adıyla “Demokratik Özerklik” . 
Osmanlı’ya ihanet, Kürt ve Ermenilerle işbirliği
Kürt asıllı olup sonuna kadar Osmanlı kimliğini savunan kişiler (Süleyman Nazif gibi), gene aslen Kürt oldukları halde Türk milliyetçisi olanlar da yok değildi. Baban ailesinin bazı fertleri gibi, Türk milliyetçiliğinin, Türkçülüğün ideoloğu Ziya Gökalp gibi. Bazı Kürt kökenlilerin ilk arayışları, Osmanlı Devleti ve Osmanlılık içinde devletin ıslahatı yönünde idi. Ama Abdullah Cevdet ve İshak Sükuti gibi Kürt asıllı bazı aydınlar da bağımsız Kürdistan idealini benimsemeye başlamışlardı. Hatta Abdullah Cevdet, Avrupa’da Bedirhanlar tarafından yayınlanan Kürdistan dergisinde, 1897 yılında Ermeni iddia ve taleplerini açıkça destekliyor ve Osmanlı Devleti’ne karşı Kürtlerin ve Ermenilerin birlikte mücadele etmelerini öneriyordu. Bu açık ihanetlerine rağmen devlet, onlara dış temsilciliklerinde görevler verdi. Hem Sukutî, hem de Abdullah Cevdet, Türkler ve de Kürt ayrılıkçılar tarafından bağışlanmadan öldürüldüler. 
Öne çıkan iki aile
1900’lerden sonraki Kürtçülük hareketlerinde iki aile öndedir. Tarikat olarak Nihri Seyyidleri ve  “sivil” Bedirhanlar. Bu iki aile Kürt milliyetçiliğinin başını çekeceklerdir uzun süre. Nihri’liler özerklik, Bedirhanlar ise bağımsızlık taraftarıdırlar.
Nihri’liler lideri, daha evvel gördüğümüz Şeyh Ubeydullah’ın ikinci oğlu ve babasının ölümü üzerine şeyhliği tevarüs etmiş olan Şeyh Abdülkadir de II. Abdülhamid’e başkaldıran İttihat ve Terakki’de yer alır.
Bedirhanlar ise babaları Abdurrahman’ın 1847’de uğradığı yenilgiyi içlerine hiç sindirememişlerdi ve iki oğlu Osman ve Hüseyin 1897’de Diyarbakır havalisinde çabuk bastırılan bir başkaldırı girişiminde bulunmuşlardı. II. Abdülhamid döneminde Bedirhanlar, özellikle oğullardan Emin Ali Bedirhan, Mithat Bedirhan ve Abdurrahman Bedirhan, faaliyetlerine iki dildeki (Türkçe ve Kırmanço) Kürdistan gazetesi ile devam ettiler. Gerçi, bu gazetede yazan Hikmet Babanzade ile birlikte İttihat ve Terakki’yi destekler gözüküyorlardı; ama alttan alta Kürt bağımsızlığını da pompalıyorlardı.
Yollar ayrılıyor
İttihat ve Terakki içinde yollar, Türk milliyetçileri ile liberallerin, yani özerklik taraftarlarının ve bu arada Ermeni haklarını da savunanların yolları, belirgin bir şekilde ayrıldı. Kürt üyelerin çoğu Prens Sabahaddin’in  “Adem-i Merkeziyyetçilik”  hareketine katıldılar. Kürt kökenli Süleyman Nazif’in ve Ziya Gökalp’in Türkçüler safında olmaları hatta Türkçülük hareketinde adeta başı çekmeleri ilginç ve anlamlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder