Anasayfa

Perşembe, Mart 31, 2011

Büyük Oyun Büyük Kürdistan 19

Sol, Kürtleri kullanmak isterken kendi kullanıldı
1960’lardan sonra Türk Solu Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev Genç vs. Türkiye halkları sloganı ile  “özgürlük ve barış”  uğruna Kürtçülük faaliyetlerine bir hayli destek verdiler. Kürt Bağımsızlığı Hareketi, 1960’ların sonlarında ve 1970’ten sonra sol eylemlerle birlikte gelişti. Türk solcuları Kürtçülük hareketlerini ve Kürtleri kendi emelleri için kullanmak istiyorlardı; ama neticede Kürtçüler bizim solcuları ve entellerini kullanır oldular. 
Belki ilk Kürt partisini gizli yeraltı partisi olarak Bucak ailesine mensup Faik Bucak kurmuştu. Pek uzun yaşamayan, Kürdistan Demokrat Partisi TKDP veya KDPT, Barzani’nin KDP’si ve İran’daki KDP-I dengi olarak onların modelinde kurulmuştu ama fazla yaşamadı. Bazıları bu partinin yaşamasını her şeye rağmen sağcı bir Türkiye partisi olmasına atfederler.
Kürtçülüğe asıl ivme kazandıran, kucak açan Türk solu ve özellikle Mehmet Ali Aybar’ın TİP (Türkiye İşçi Partisi) olacaktı, 1961 genel seçimlerinde.
O dönemi anlatan yabancı yazarlar Türkiye’de Kürtçülüğün ivme kazanmasını, devletin Kürt kimliğini inkar etmesine ve birkaç marjinal örneğe bakarak Türk milliyetçiliğinin Kürtleri aşağılamalarına atfederler. Fakat aynı yazarlar Kürt kökenlilerin devletin ve ekonominin üst düzeylerine rahatlıkla geçtiklerini itiraf ediyorlar.

Öcalan’ın doğuşu...
1960’lardan sonra Türk Solu Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev Genç vs. Türkiye halkları sloganı ile  “özgürlük ve barış”  uğruna Kürtçülük faaliyetlerine bir hayli destek verdiler. Doğu Kültür Grubu ve Abdullah Öcalan da bu kazandan çıktı. Kürt Bağımsızlığı Hareketi, 1960’ların sonlarında ve 1970’ten sonra sol eylemlerle birlikte gelişti. Türk solcuları Kürtçülük hareketlerini ve Kürtleri kendi emelleri için kullanmak istiyorlardı; ama neticede Kürtçüler bizim solcuları ve entellerini kullanır oldular.
İlginçtir hâlen Helsinki İnsan Hakları Örgütü’nün temsilcisi olan Murat Belge, Genel Yayın Müdürü olduğu Yeni Gündem Dergisinde, Kürt kimliğini ve haklarını savunduğu makalelerinin derlendigi “Türkler ve Kürtler Nereye?” adlı kitabında, Kürt konusunun açıkça yazılamadığı daha önceki dönemlerde Kürt haklarını vb. “arada bir, çarpıcı bir konuyu ve olayı fırsat bilip araya laf sokuşturmakla dile getirdiklerini” merd-i kıpti misali anlatıyor. Kürtçülüğün Türk savunucusu İsmail Beşikçi’yi “aziz” mertebesinde bir kahraman olarak tanımlıyor Belge... Sırası gelmişken bu konuda Aziz Nesin’in de hakkını vermeliyim. Rahmetli o sırada Yazarlar Derneği’nde, Beşikçi’ye ve Kürtçülüğe karşı çıkmıştı.

Türk solunun yarattığı canavar
1978’de Abdullah Öcalan’ın liderliğinde kurulan PKK (Partiya Karkari Kürdistan) Türk solunun eseridir. Yarattığı canavardır. Bu partinin silahlı kolu ERNK’in 15 Ağustos 1984’de Eruh-Şemdinli kanlı baskını, Kürt başkaldırısının ilk işareti idi. On beş eşkıyanın yaptığı bu baskın çok geçmeden Türk Devleti’ni yıllarca uğraştıracak silahlı bir mücadelenin başlangıcı oldu.

Türk solu ve Kürtlerİlk Yol (TİP): Kürtçülerin ilk siyasi yolları Türkiye İşçi Partisi oldu. Birçok Kürtçü aydınlar o sırada TİP’e katıldılar, çünkü kendi partilerini kuramıyorlardı. Ama TİP de o dönemde Kürt davasını açıkça desteklemekten çekiniyordu. Tarık Ziya Ekinci ve diğer Kürtler, TİP içinde kendi Kürt hücrelerini kurdular. TİP yöneticileri bunları görmezlikten geliyor ve alttan alta da destekliyorlardı. Ancak TİP, 1970 Ekim’indeki dördüncü kurultaydaki sonuç bildirgesinde:
“Türkiye’nin doğusunda Kürt halkı yaşar. Egemen sınıfları temsil eden faşist yönetim, Kürt halkına çoğu zaman kanlı baskınlar haline gelen bir asimilasyon ve sindirme politikası uygulamıştır”  paragrafına yer veriyor.
Bu, Türk solunun Kürtçülüğü ve bölücülüğü desteklemiş olduğunun somut delillerinden bir tanesidir.

Sendikalar içinde örgütlenme
1969-1970’lerde işçi sendikaları içinde ve dışında solcu hareketler almış yürümüştü. Bir taraftan TÜRK-İŞ’e karşı solcu DİSK kurulurken, Fikir Kulüpleri, DEV-GENÇ güçleniyor ve bunların içinden  “Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)”  çıkıp büyüyordu. Bu ocakların şubeleri doğuda ve güneydoğuda köylere kadar yayılıyordu. Türk solu Kürtçüleri kullanalım derken, giderek Kürtçüler, bölücüler Türk solunu kullanmaya başlıyorlar. Solcu Türklerle birlikte Kürt delikanlıları da (mesela Deniz Gezmiş) Filistin’e El Fetih örgütünde gerilla ve terör eğitimi almaya gidiyorlardı.

Eylemler artıyor
1970’de DDKO’nun, İstanbul ve Diyarbakır’daki liderleri Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Sait Elçi ve onlara destek olan, Kürt davasını benimseyen Türk Sosyolog İsmail Beşikçi, Diyarbakır ve İstanbul’da tevkif edildiler. Beşikçi ilk defa Kürt kimliğini ve haklarını savunan ve Kürt tarihini, toplumunu araştıran bir kitap yayınladı. Ve yargılanıp hapse mahkûm edildi.
Bu sırada Kürt delikanlıların da ön saflarında olduğu Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türk Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) gibi terör örgütleri de eylemlerini artırmışlardı.
İlk bayrak açanlardan biri Elçi idi
Bu anarşi ve terör eylemleri, sonunda 12 Mart 1971 Muhtırası ile TSK’nın müdahalesini getirecekti. Bu müdahale ile Kürtçülük hareketleri de büyük bir darbe yemiş oldu. Gerçi müdahale neticesinde, terör ve anarşi bir süre için durakladı; ama normal siyasi dönem başladıktan sonra gene tırmanmaya başladı. Solcu Marksist ve Maoist terör örgütleri arttı. Kürtçülük faaliyetleri de... Ecevit hükümetinin 1974’te genel af ilan etmesi de bu hareketlere ivme kazandırdı. Sol ve Kürtçü hareketlere karşı, devlet otoritesi zayıf kaldığında milliyetçi ülkücüler, sokaklarda ve üniversitelerde devleti yıkmaya çalışanlara karşı mücadele vermek zorunda kaldılar.
Malatya ve Maraş olaylarından sonra o zaman Başbakan olan Bülent Ecevit; “Bölücü hareketleri yabancıların tahrik ettiklerini” söylüyordu. Ancak kendisinin koalisyonuna Bayındırlık Bakanı olarak aldığı Diyarbakır milletvekili ortalıkta kaleşnikoflu korumalarla dolaşıyor ve TBMM kürsüsünden; “Türkiye’de Kürtler var. Ben de bir Kürt’üm”  diyerek Kürtçülük bayrağını açıyordu.
Şerafettin Elçi yargılanırken de bu sözlerini tekrar edecek ve yabancı bir gazeteciye;  “Kürt sorununun Türkiye hudutları içinde, bölücülük yapılmadan çözümlenmesinden yana olduğunu” söyledikten sonra:
 “Eğer Türkiye’de Kürt kimliğini inkâr ederseniz, size bütün kapılar kapanır”  diyecekti.
Kendisine sormak gerekirdi ve hâlâ aynı söylemler sürdüğüne göre bugün de sormak gerekir. Kürtler bir azınlık olmadıklarına göre ve Elçi dâhil bütün Türk vatandaşlarının nüfus cüzdanlarında  “Türk”  yazıldığına göre, Türkiye’de, diğer mesela Çerkez, Laz, Boşnak vs. alt kimlikler gibi bir alt kimlik olan Kürt kimliğini öne çıkarmakta ne gerek vardı? Birçok diğer Kürt kökenliler bunu yapmıyorlar ve  “Biz çeşitli kökenlerden geliyoruz ama Türk’üz”  diyorlardı.
“Ben Türk değilim Kürt’üm”  diye meydan okuyorlardı... Hem acaba, en üst düzey mevkilere ve refah düzeylerine hiçbir ayırım ve ayrıcalık yapmadan gelen devlet memurlarına  “Kürt müsün, Türk müsün?” diye soruluyor ve ırk kanıtı mı aranıyordu? Hepsinin Kürt kökenli oldukları zaten belli değil miydi? Tabii  “Ben Kürt’üm”  diye TBMM kürsüsünden meydan okuyanlara aynı hoşgörünün gösterilmesi mümkün olamazdı...
Zaten bir bakıma bizdeki liberal aydınların günahı da bu kimlik konusunu kaşımaları olmuş ve böylelikle bir Pandora kutusunun kapağı açılmıştır. Solcular da bunun başını çekmişlerdir. 1991 yılında kurulan SHP-DYP koalisyonun programında  “Kürt kimliğinin”  resmen tanınması da kötü bir başlangıçtı... 1970’lerdeki cadı kazanının, Tunceli’yi Vietnam usulü, kurtarılmış Kürt bölgesi yapmayı amaçlayan Aydınlık-Perinçek grubunun ideologlarından Şahin Alpay, üstüne basa basa;  “Milli azınlıkların kültürel, dinsel kimlikleri korunacaktır” demekte idi.
En büyük bela Kenan Evren sonrası geldi
1992 yılında, CHP’nin dublörü ve TBMM’ye Kürtçü milletvekillerini sokmakla ünlü ve fakat ambleminde  “milliyetçilik oku”  bulunan SHP’nin güneydoğu raporunda, güneydoğu sorununun sebebi “Türk milliyetçiliğinin yükselişine” atfediliyordu.
Şahin Alpay bu düşüncelerinde yalnız değildi. Bir zamanların milliyetçi CHP’si, milliyetçilik okunu nereye koyacağını bilmez hale gelmişti. Kürtçü milletvekillerini koltuklarının altına alması, 1991’de HEP’le seçim ittifakı yapması bunun somut delilleri idi. Şu sırada da öyle değil mi?)

12 Eylül’den sonra
12 Mart 1971 Muhtırası’ndan, bir iki yıl geçtikten ve normal siyaset işlemeye başladıktan sonra terör eylemleri gittikçe artarak, günde ortalama yirmi can alacak şekilde devam etti ve bu sefer de 12 Eylül 1980 müdahalesi kaçınılmaz oldu...
12 Eylül müdahalesinden sonra da, 1961’in Türkiye’ye bir hayli bol ve lüks gelen 1961 Anayasası kaldırılacak, yerine 1983’te referandumla yeni bir Anayasa kabul edilecekti... Aynı yıl yapılan yeni seçimlerle Turgut Özal başbakan oldu... Ancak ekonomide ve iç siyasette yeni bir dönem başlarken bu sefer Abdullah Öcalan’ın (Apo’nun)/PKK’nın başlattığı bölücülük belki de cumhuriyet tarihinde devletin ve milletin başına en büyük belayı açıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder