Anasayfa

Pazar, Mart 13, 2011

Büyük Oyun Büyük Kürdistan (1) / Altemur KILIÇ

“Büyük Kürdistan”  sorunu.
19. yüzyıl sonlarında, yabancıların kışkırttığı bu hayalle başladı ve şimdi zaman ve zemin müsait olduğu için ivme kazanarak devam ediyor.

Kürt Sorunu”  , “Güneydoğu sorunu” ,  “üniter ulus-devlet” , Türkiye Cumhuriyetinin en büyük, en kapsamlı sorunu... Devletimizin var oluşunun şifreleri, çözümü ve çözümsüzlüğü, bu şifrelerle sarmal olmuş.. İç ve dış düşmanlar bu sorunda buluşuyorlar. Cumhuriyetin-Türklüğün var oluşunun bu şifreleri açacak  “anahtarda”  olduğu söylenebilir. 
Bu sorunda sözün başladığı yer de, bitmesi gereken yer de  “Büyük Kürdistan”  sorunu. 19. yüzyıl sonlarında, yabancıların kışkırttığı bu hayalle başladı ve şimdi zaman ve zemin müsait olduğu için ivme kazanarak devam ediyor.
Aslında o zaman başlayan ve bugüne varan süreç, gaflet ve ihanetlerin  öyküsü... Şu sırada da bunlar şahikasına ulaştı. Seçimler öncesinde, bu sorun hususunda, güya  “barış” uğruna, gerçekte oy uğruna söylenen sözler ve üniter ulus-devletten, hem iktidar, hem de muhalefet tarafından adeta yarışarak verilen ödünlerle, TC’nin temelleri sarsılıyor; kuyusu kazılıyor...
Sözün bittiği yerdeyiz...
Şu sırada bu diziyi yayımlamaktan maksadımız  “Büyük Kürdistan”  konusundaki gaflet ve ihanetten ders çıkarılmasını sağlamak içindir. Tabii anlayabilenlere... Kısacası  “Büyük Kürdistan”  sözün bittiği yer olmalıdır... Bugün PKK’nın tüm temsilcilerinin BDP’nin emelleri; Türkiye’yi parçalamak, halkını bölmektir... Diğer talepler bahane. Demokratik özerklik, ana dilde eğitim, son olarak Apo’ya oda vb.. hep “Büyük Kürdistan”a giden yollardır. Bölücüler TC. hükümetine şartlarını dikte eder, adeta ültimatom verirken, onlara koşulması gereken tek şart “Büyük Kürdistan hayalinden vazgeçtik” demek, olmalıdır. Bu şart yerine getirilmeden onlarla konuşacak, tartışacak ve müzakere edilecek bir şey yoktur.
Oysa iktidar sözü bitireceği son noktayı koyacağına “açılımlarıyla” bölücülere umut ve cesaret vermiş, hatta gizli gizli pazarlıklara girişmiştir.
Şu sıra TSK’nın zaafa uğratılmış olması da PKK ve temsilcilerinin cesaret alacakları bir durumdur.  Ve tekrar edelim: Söz konusu Cumhuriyet ve Türklüğün bekası ise, başka şeyler teferruattır...
Kürt kim, Türk kim?..
Önce kavramları netleştirelim: Kürt kim, Türk kim?.. Türk toplumu -halkı, milleti- içinde kendilerince (ve bilhassa başkalarınca)  “Kürt”  olarak tanımlanan bir grubun mevcudiyeti, bir gerçektir. Ancak kökenleri ve Türklerle tarih boyunca kaynaşmış olmaları, hatta Kürtlerin Türk olduğu da kesinliğe kavuşmamıştır. Öyle ki bazı Kürt aşiretleri aslında Türk oldukları halde bunun farkında değildirler.
Etle tırnak iki toplum...
Aileler boyutunda evliliklerle Kürtler ve Türkler hakikaten et tırnak olmuşlardır... Öyle aileler vardır ki bölünmeleri mümkün değildir. Bazı insanlarımız kendilerinin Türk mü, yoksa Kürt mü sayılacağı hususunda en azından tereddüt ikilemi içindedir.
Ancak gerçek olan, Cumhuriyet Türkiyesi’nin  “Türk”  kavramıdır. Bu kavram, Cumhuriyet’in bütün temel belgelerinde (ve de uygulamalarında), kesinlikle ırksal değil, Anayasal bir kavram olarak kullanılmıştır. Gerek 1921, 1924, 1961 ve gerekse 1982 Anayasalarımızda bu kural özenle korunmuştur. Mevcut Anayasamızın başlangıç bölümünde bulunan aşağıdaki ifade, bunun açık kanıtıdır:
 “Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve hedeflerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve ’Yurtta sulh, cihanda sulh’arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu...”
Atatürk’ün büyüklüğü...
Bu konuda en anlamlı ifade, hiç şüphesiz, büyük Atatürk’ün  “Ne mutlu Türküm diyene!”  vecizesidir. Bunun sözün bittiği yer olması gerekir ve yıllarca öyle idi de!.. Son altmış yılda bütün tahriklere rağmen öyle idi de. Kürtlerin büyük çoğunluğu,  “Türk”  denilmekten şikâyetçi değillerdi; hatta mutlu idiler. Yaşayanlar bilir...
Kürt sorunu giderek daha fazlalaşan bir sorun. Bugün olanların miladı ise Abdullah Öcalan’ın -namı diğer Apo- kendi deyişiyle bir avuç gerilla ile 1984’te Eruh-Şemdinli karakolunu basarak askerlerimizi şehit ettiği gündür.
Özal’ın büyük yanılgısı...
Eruh-Şemdinli baskını üzerine o zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın  “bir avuç çapulcunun işi” diye önem vermemesi sonraki yıllarda Apo’nun, postacı bazı gazetecilerle gönderdiği mesajlarını kabul etmesi onunla uzlaşma araması ve hatta “Federasyonu”  düşünmesi gaflet düşüncesinin başlangıcı, Apo’nun idam edilmemesi de şahikasıdır.
Bu hatalara, Apo’nun AB ve ABD baskılarıyla ve o zamanki hükümetin, anlaşılamaz gafleti yüzünden idam edilmemesini, uyum yasalarıyla terörle mücadelenin gevşetilmesini, MGK’nın kaldırılmasını, Kuzey Irak’ta eşkıyayı ininde vuracak ve bitirecek askeri harekât için ABD’den icazet beklenmesini, barışçı çözüm diye Barzani ve Talabani’den destek aranmasını ekleyin! Ve daha da mühimi, artık “Büyük Kürdistan” ın, hayal olmaktan çıkıp, gerçekleşmekte olduğu da gerçek...


İTHAFBu dizi daha önce birkaç baskı yapan ve son olarak  “Bölücülüğün uzun tarihi”  olarak 2009’da Akasya Yayınevi tarafından yayınlanan   kitabımdan yararlanılarak hazırlandı. Önceki baskılarını “Güneydoğu’da katledilen Türk-Kürt, kadın, erkek, memur ve öğretmenlerin, Türkiye’nin milli birliğini korumak uğruna şehit düşen askerlerimizin, emniyet mensuplarının ve köy korucularının ruhlarına ve gazilerimize” ithaf etmiştim. 
62 Bu yazılarımı da, bütün bu fedakarlıklara, verdiğimiz şehitlere rağmen hala bölücülük yolunda devam eden, insanlarımızı katleden teröristlere, onları destekleyenlere ve onlara imkan
veren gafıl ve hainlere gönderiyorum!
Altemir KILIÇ


Yanlış teşhisYığınaktaki asıl büyük hata, Kürt-Güney Doğu sorununun kasten veya gafletten yanlış teşhis edilmesidir.
 “Kürt Sorunu”  Cumhuriyetten sonra, Kürt vatandaşlarımızın  “haklarının-kimliklerinin”  inkâr edilmesi yüzünden başlamadı.
Cumhuriyetten önce ve sonra çıkan Kürt isyanları da hep yabancı tahriklerin sonucuydu. Mesela, 1926’daki  Şeyh Sait İsyanı’nı, daha sonraki başkaldırılar  “gasp edilmiş haklar”  için  “milliyetçi”  isyanlar mıydı? Hepsinin arkasında İngiliz ve Fransız ajanlar vardı!
Bu yanlış teşhislerle çözüm çareleri kökten şu sırada olduğu gibi yanlış aranıyor. Bu sırada  “terörle bir yere varılmaz” derken, bölücüler amaçladıkları hedefe; Türkiye’yi bölmeye ve  “Büyük Kürdistan” ı gerçekleştirmek amacına varmak üzereler.
Gaflet ve ihanetler dizisinde son nokta, ne kadar değişirse değişsin aynı kalan son nokta şimdi seçim sath-ı mailinde. Güneydoğu oyları için,  sadece AKP iktidarı tarafından değil, maalesef CHP tarafından da verilecek tavizler, PKK eşkıya başı ve temsilcileriyle yapılmakta olan açık-yarı açık ve gizli pazarlıkar. Bunların maliyeti TC üniter ulus devletine çıkacak.


Zaman bölücülerin lehine, TC’nin aleyhine işliyorİktidar, PKK’nın barış şartlarına- ültimatomuna ve BDP’nin taleplerine karşı,  “Şimdi, hemen Büyük Kürdistan hayalinden vazgeçin” şartını koyabiliyor mu? Bu şartı yerine getirmezler, vazgeçmezlerse, gereğini yapabilir mi? Sözün bittiği, bitmesi gerektiği son nokta bu olmak gerekiyor. Bu yapılmaz, yapılamazsa gerisi boş. Bahanelerle teferruatla boşuna uğraşmayalım, vakit kaybetmeyelim. Zaman eşkıyanın, bölücülerin lehine, TC’nin, Türklerin aleyhine işliyor.
İçimizde Kürtçülerin muhibi,  “Hasan abisi” gibi gazeteci yazarlar var. Bunlar Kandil-Ankara, İmralı-Ankara arasında posta güvercinliği yaparlar. Ve en acısı devlet, hükümet katında itibar gören  “Barış Formülü”  önerisi... Bu formüle göre, PKK dağdan inmeyecek, silah bırakmayacak; ama TC. Hükümeti genel af ilan edecek.  “Âkil adamlar” (kimler olacaksa) mekanizması işletilecek ve Türkiye eşkıyayla müzakere masasına oturtulacak. AB ve AB himayesinde! Türkiye, bundan ne kazanacak değil, eşkıya ne kazanacak?..
Çözümün değil çözülmenin başlangıcı
Ben naçizane, 1999 yılında Milli Güvenlik Mahkemesi, İmralı’da Apo hakkında idam hükmü verdiği gün hemen başlayan, sözde aydınlarımızın başını çektiği  “Apo idam edilmesin”  kampanyasına karşı,  “Eğer bu adam asılmazsa, Türkiye’nin başına bela olur, Mandela olur”  demiş, yazmıştım. Sonra idam hükmü zamanın iktidarı, maalesef Ecevit ve Devlet Bahçeli’nin iştirakiyle rafa kaldırıldı. Rahmetli Ecevit’e yakındığımda  “Merak etme, onu çelik konserve kutusuna koyacağız. Artık kımıldayamaz”  demişti. Sonra ne oldu? 
AB’nin idam cezasını kaldırmasına denk düştü bu  “rafa kaldırma” . Ve AB’nin  “idam edilmeme şartını”  neden koştuğu bir türlü anlatılmadı, anlaşılamadı... Herhalde zamanı geldiğinde -ihtiyaç hasıl olduğunda- istimal(kullanmak) edilmek üzere... Ne var ki şimdi devlet Apo’yu kullanmak istiyor ama bana kalırsa aslında Apo başkaları tarafından Türkiye aleyhinde kullanılıyor ve devleti kullanıyor...
Kürt Bölücülüğünün, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıl 2009’a kadar uzanan, uzun tarihine nokta konulamadı.
“Sendrom”  müzminleştikçe tarihi kökleri, ayrıntıları ve sebepleri gittikçe flulaşıyor. Kesin bir çözüme varmak, adeta imkânsız hale geliyor. Kısacası, bu konuda varılan  “son nokta” , aslında “son nokta” değil  “çözümün” değil  “çözülmenin”  başlangıcı. Bildiğimiz anlamda Türkiye Cumhuriyeti üniter ulus devletinin sonu olacak. Gafletin, Türkiye üzerinde en az bir asırdır oynanmakta olan  “Büyük Oyun” un son perdesi şimdi vizyonda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder