Anasayfa

Salı, Mart 29, 2011

Büyük Oyun Büyük Kürdistan 18

Eğer Demirel oyuna gelseydi federasyon kaçınılmaz olurdu
Türkiye, Talabani’nin “Musul”u ilhak edin talebine karşı olumlu davransa, Kerkük petrol
bölgesini ve dört milyon Kürt’ü almış olurdu. Ancak Irak’taki Kürt milliyetçiliğinin ileri durumu muvacehesinde, Türkiye’nin bu bölgeyi Kürtlere özerklik tanımadan ilhak etmesi mümkün olamayacağına göre, Türk Kürtlerine de hakların tanınması gerekecek ve Türkiye’de federasyon, yani bir Türk-Kürt Cumhuriyeti kurulacaktı. 
Yabancı gözlemcilere göre, Türkiye, Talabani’nin “Musul”u ilhak edin talebine karşı olumlu davransa idi bölgede çok derin neticeleri olurdu. Türkiye, Kerkük petrol bölgesini ve dört milyon Kürt’ü almış olurdu. Ancak Irak’taki Kürt milliyetçiliğinin ileri durumu muvacehesinde, Türkiye’nin bu bölgeyi Kürtlere özerklik tanımadan ilhak etmesi mümkün olamayacağına göre, Türk Kürtlerine de hakların tanınması gerekecek ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak Türkiye’de federasyon, yani bir Türk-Kürt Cumhuriyeti kurulacaktı. Yani  “federasyonun şekere bulanmış şekli!”
Türkiye bu numarayı birçok sebeplerle kabul edemezdi... Her şeyden önce Atatürk’ün üniter devletinden asla vazgeçemeyeceği için... Nitekim bu federasyon oyununu reddetti ve Irak’ın toprak bütünlüğüne sadık olduğunu resmen ifade etti. Ne var ki, Ankara PKK’ya karşı sınır ötesi harekâtta özellikle KDP peşmergelerinin ve bazen de Talabani kuvvetlerinin iştirakini sağlamak ve bölgeye mali yardım yapmakla Kuzey Irak’taki idareyi zımnen ve fiilen tanıdığını göstermiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bölgedeki yönetim boşluğundan yararlanıp burada mevzilenen ve buradan Türkiye’ye sızan PKK’ya karşı sınır ötesi harekâtlara girişti.

Tahminler gerçekleşti...
Bakın o yıllarda nasıl bir tespitte bulunmuşuz: “Halen, ABD’nin hem Talabani’yi, hem Barzani’yi ve diğer Kürt gruplarını, Irak’lı muhtelif Şii ve Sünni muhalefet grupları ile birleştirme teşebbüsleri devam ediyor. Bu sırada Kuzey Irak’ta sessizce bir özerk devletin alt yapısı Türkiye’yi kuşkulandıracak şekilde devam etmektedir. Eğer Saddam rejimi devrilirse burada olacak gelişmeleri tahmin etmek hem güç hem kolay. Kargaşadan bir Kürt devleti çıkarmak isteyeceklerdir. Dışarıdaki Kürt hareketleri ve özellikle Irak’taki Kürt hareketleri üzerinde bu kadar uzun boylu durmanın sebebi aşikâr. Bugün Kuzey Irak’ta olanları anlayabilmek için bu gelişmelerin seyrini bilmek gerekiyor.” Nitekim, Irak’taki son yıllardaki gelişmeler bu tespitlerimizi haklı çıkarmıştır.

Kürtçülük dağlardan, ovalardan, kentlere iniyor
Dersim harekâtı ile Doğu’daki, Güneydoğudaki Kürt isyanları bastırılmıştı. Cumhuriyet hükümetleri II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sert ve sıkı tedbirlerle bölgedeki eşkıyalık şeklinde de olsa Kürt kıpırdanmalarını kontrol ediyorlardı. Ancak Kürtçülüğün ve bölücülüğün bu tedbirlere ve entegrasyon çabalarına rağmen devam ettiği, gazete haberlerine geçmese bile bir vakıa idi. Hilmi Uran’ın, 1944 yılında zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na verdiği rapordan da bu anlaşılıyordu. Ben de naçizane 1957’de yazdığım İngilizce kitapta Kürt konusunun ileride Türkiye’yi çok meşgul edeceğini yazmıştım. Çünkü aydınlar kesiminde bu yolda bazı kıpırdanmalar olduğunu, bunları Sovyetler Birliği’nin tahrik ettiğini ve bunların yabancı basına da yansıdığını duyuyordum.

Kıpırdamalar başlamıştı
Daha savaş sona ermeden önce 194l’de Diyarbakır’da bazı tevkifat yapıldığı da duyulmuştu. Zamanın hükümetleri bu kıpırdanmalara fırsat vermiyorlardı.
1946’da çok partili siyaset dönemi açıldıktan sonra ve özellikle 1950’den sonra ülkedeki Kürt aydınları arasında Kürtçülük hareketlendi. Zaten harp esnasında da birtakım dağınık hareketlerin dışarıdaki Hoybun’cularla temasları vardı. Yeraltı faaliyetleri yapılıyor ve gizli olarak basılan Kürtçü dergiler gizli olarak bölgede dağıtılıyordu. 1950’lerin ortasında bu faaliyetleri yürüten gizli bir grup yakalandı. Bunlar 49 kişi oldukları için ’Kırk dokuzlar Grubu’ olarak anıldılar; ama bir isimleri de doğunun kalkınması için çalıştıklarını iddia ettikleri için ’Doğucular’dır. Aralarında isimleri çok duyulacak olan Musa Anter’in, Ziya Ekinci’nin, Yusuf Azizoğlu’nun, Faik Bucak’ın da bulunduğu Kırk dokuzlar ve Doğucular’ın maksatları;  “Kürt kimliğinin tanınması... Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesi... Kürtçe radyo yayınları yapılmasından başlayarak nihayet Kürtlere milliyetçilik şuurunun aşılanması ve Doğu bölgelerine özerklik ve ilerde de bağımsızlık verilmesi”  idi.

“Kırk dokuzlar”dan itiraf
Kırk dokuzlar bu hedefleri itiraf ediyorlardı. O dönemin genel havasını Erivan Radyosu’ndan yapılan Kürtçe yayınlarda yakalamak mümkündü. Bazılarının başkaldırısı Türkiye’deki Kürtçüleri tahrik ve teşvik ediyordu. Ne var ki, Türkiye’nin doğusundaki iklim, halkın kültür seviyesi bu hareketlere henüz müsait zemin teşkil etmiyordu. 1946’da bölgeyi gezen bir İngiliz diplomatı, seleflerinden Binbaşı Noel’in dediği gibi;  “Buralarda Irak’ın aksine Kürt milliyetçiliğinin en ufak bir kokusu bile yok!”  diye adeta hayıflanıyordu.
Muğlalı’nın mahkumiyeti Kürtleri teşvik etti
1950’de demokrasi havası içinde ve oy hesaplarıyla Kürtçülük hususundaki devlet hassasiyeti zayıflamıştı ve muhalefete geçen CHP, iktidarın müsamahasını tenkit ediyordu. O sırada, Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan bir yazıda Demokrat Parti Hükümeti;
 “Dikkat edin, bu hareketlerin amacı Kürdistan’dır”  diye ikaz ediliyordu.
Gerçekten de DP iktidarının Kürt isyanlarının bastırılmasında önemli bir rol oynadığı için Kürtçülerin hışmını çekmiş olan General Mustafa Muğlalı’yı yargılatması ve Paşa’nın idama mahkûm edilmesi, Kürtçüleri teşvik etmiştir. Kürtçülük hareketlerine ivme kazandırmıştır. İktidarın bu konudaki müsamahasına ve gevşekliğine karşılık ordu ve istihbarat servisleri Kürtçülük hareketlerini takip etmekten geri kalmıyorlardı. 1950’de ve 1956’da geniş Kürtçü tevkifatı yapıldı. Kırk dokuzlar da bu arada tutuklanıp yargılandılar. Ama demokrasi yaygınlaştıkça ve insan hakları şikâyetleri arttıkça güvenlik ve istihbarat birimlerinin işleri de güçleşti.

Melik Fırat’ın görüşü
Çok partili rejimin 1946’da başlaması ile oy hesapları yavaştan başlayarak dini inançların istismarını ve bölgesel ağa ve şeyhlerin desteklerinin aranmasını da beraberinde getirmişti. İtiraf etmek gerekir ki bu konularda başta gelen partinin yarışmasına rağmen DP, CHP’nin yıllarca süren iktidarındaki yöntemlerine karşı çıkmakla daha başarılı oluyordu. Kürt kökenliler konusunda da mesela Şeyh Sait’in torunu Melik Fırat’ın DP listesinden aday gösterilip yaşının küçük olmasına rağmen seçilmesi de anlamlı satır başları idi. DP, doğuda hem kendi itibarını, hem de ağaların CHP döneminde bastırılmış olan nüfuzlarının artmasına yeniden imkân veriyordu. Bu arada söylemeliyim ki; Yassıada’da aynı koğuşu paylaştığım Melik Fırat, o zaman da Kürt konusunun Türkiye’nin başına büyük işler açacağını ve de sonunda muvaffak olacaklarını söylüyor; çözümün sonraları savunduğu gibi bağımsızlık veya özerklikte değil eski ağa-şeyh düzeninin ihya edilmesinde olduğunu iddia ediyordu. Ona göre Türkiye’nin bütünlüğü ancak bu sistemle muhafaza edilebilirdi.
Ağa ve şeyhleri kullanmak tekeli sadece DP’de değildi. CHP de aynı şeyi yapıyor, bazı ünlü aileleri ve şeyhleri kendisine bağlamaya gayret gösteriyordu. Nitekim daha önce Batıya yerleştirilmiş olan şeyh ve ağa ailelerinin Doğudaki yurtlarına dönmelerine CHP hükümeti 1947’de izin verdi. Fakat 1950 seçimlerinde DP’ye asıl destek bu ailelerden geldi. Velhasıl her iki parti de Güneydoğuyu rekabet haline getirmişlerdi. Her ikisi de toprak reformları ile hep eski ağa şeyh sisteminin değiştirilmesini amaçladılarsa da pratikte fazla bir şey yapamadılar.
Güneydoğu DP ve CHP için rekabet alanı olmuştu
Aydınların Kürtçülük hareketleri, paradoksal olarak Türklüğe entegre edilmek üzere devlet parasız yatılı okullarda yetiştirilen doğulu gençler tarafından başlatıldı. Gelecekte bölücülüğün ileri gelen ideologlarından birisi olacak olan Musa Anter bunlardan biri idi. Söylendiğine göre Anter, Birinci Umumi Müfettişlik tarafından özellikle yetiştirilmek üzere seçilmişti. Filhakika böyle seçilen birçok genç sonra iyi Türk vatandaşları hatta Türk milliyetçisi olmuşlardı. Aynı şekilde parasız yatılı okullardan çıkıp da bölücülük yolunu seçenler arasında Faik Bucak, Tarık Ziya Ekinci, Yusuf Azizoğlu da vardı. Sonra itiraf ediliyor ki Türkiye’de Kürtçülük veya Kürt milliyetçiliği akınlarının ivme kazanmasında, Erivan Radyosunun Kürtçe yayınları ve nihayet Irak’taki 1958 darbesi ve Molla Mustafa Barzani’nin karizmatik kişiliği etkili olmuştu.

Kürtçülük-Doğuculuk
1959’da Musa Anter Diyarbakır’da sureta doğunun meselelerini ele alan ileri Yurt Dergisi’ni yayınladı. Bunu diğer Türkçe fakat Kürt kökenli dergiler izledi. Bunların başlangıçtaki söylemleri ihmal edilen reformları yapmak şeklinde idi. Doğuculuk’tu. Kürt ve Kürtçülük tabirlerini kullanmaktan özenle kaçınıyorlar ve bunun yerine aslında içlerinden eş anlamlı olan Doğuculuk tabirini kullanıyorlardı.
1959’da Kürtlerin, Kerkük’teki Türkleri katliam boyutunda öldürmelerinin yankıları Türkiye’de de Kürtlere karşı tepki uyandırmıştı. Bazı Kürt öğrencilerinin de buna karşı nümayişler yapmaları üzerine bazı Kürt ileri gelenlerinin, aralarında Anter’in ve Sait Elçi’nin de bulunduğu 49 Kürt öğrenci ve aydının Kırk dokuzlar’ın tevkif edilmelerine, İleri Yurt Dergisi’nin kapatılmasına sebep olmuştur. Bu gruba sonra Kırk dokuzlar denecek ve hareketleri savaş sonrasındaki ilk belirgin Kürt Hareketi sayılacaktı. Aralarında yedek subaylar da vardı.
Bu tevkifatı 1960 Mayıs’ından sonra hareketlerinden şüphe edilen 148 kişinin tevkif edilip Sivas’ta bir kampa konulmaları ve bazı ağaların gene Batı’da iskân edilmeleri takip etti. Özellikle ordu, Kürtçülük hareketlerini dikkatle ve hassasiyetle takip ediyordu. 27 Mayıs darbesinden sonra devlet başkanı olan, kendisi Erzurumlu Cemal Gürsel;  “Bölücü hareketler arttığı takdirde ordunun şehir ve köyleri bombalamaktan kaçınmayacaklarını, isyancıların kendi kanları içinde boğulacaklarını” söyledi! Gene Gürsel, Kürtlerin Türk kökeninden geldiklerini iddia eden Şerif Fırat’ın  “Doğu İlleri ve Varto Tarihi”  kitabının yeniden yayınlanmasını emretmişti.
Bu kitaba karşı Doğu illerinden protestolar yükseldi. Protestocular  “Biz Türk değiliz, Kürt’üz”  diye bağırıyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder