Anasayfa

Pazar, Temmuz 31, 2011

ORDU DÜŞMANLIĞI, GÂVUR UŞAKLIĞIDIR / Ahmet Akgül


  
"Recep T. Erdoğan, yabancı ve yıkıcı bir proje olan ve Türkiye’miz dahil 27 İslam ülkesinin parçalanıp bölünmesini amaçlayan BOP’un eş başkanı olarak; ABD, AB ve İsrail’in teşvikiyle TSK’yı zayıflatma ve hizaya sokma planının taşeronluğunu yapsa da, maalesef halkımız olayın bu yönünü görmüyor, hatta görmek istemiyordu."




Silvan yakınlarında pusu kurulup 13 Mehmetçiğimizin diri diri yakılması ve çoğu ağır yedi askerimizin yaralanması olayı bile, “TSK’nin karalanıp, PKK’nın aklanması” girişimlerine bahane yapılıyordu. “Türk ordusu, statükoyu korumak ve demokratikleşmeye engel olmak için, kendi mensuplarını öldürerek, “terör devam ediyor” mesajı vermekten sakınmıyor” propagandası yapılıyordu. Ve maalesef yıllardır yürütülen bu yoğun TSK’yı yıpratma politikaları etkisini gösteriyor ve toplumun önemli bir kesimi bu yalan yorumlara inanıyordu. “Kıbrıs’ı bütünleştirip AB’ye peşkeş çekmek isteyenler, niye Türkiye’yi bölmeye çalışıyor?” sorusu kimsenin aklına gelmiyordu.
Bu gelişmelerin hemen ardından, kritik YAŞ zirvesi öncesi, Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifası, AKP’nin ve Onun arkasındaki ABD ve AB’nin planını kolaylaştırmaktan başka işe yaramıyordu. Bu istifalar üzerine ABD Dışişleri yetkilisinin:
“Bunlar Türkiye’nin iç meselesidir. Stratejik ilişkilerimiz sorunsuz şekilde sürmektedir. Endişe edilecek bir durum söz konusu değildir”açıklaması ve yine AB raportörünün:
“Bu istifalar, Türkiye’nin AKP hükümetiyle daha da demokratikleştiğinin bir göstergesidir” şeklindeki yorumları, bütün bu gelişmelerin ABD ve AB’nin bilgisi dahilinde ve direktifleri istikametinde tezgahlandığını gösteriyordu.
Tabi TSK bünyesinde ABD ve AB’nin sevdiği ve sahiplendiği bir gelişmenin ne denli milli ve haysiyetli sayılabileceğini de izan sahiplerinin vicdanlarına bırakmak gerekiyordu!?
Unutmayalım:
  • ABD Irak batağından çekilip, Barzani Kürdistanının güvenliğini TSK’ya bırakmak istiyordu.
  • Güneydoğu’muzda bağımsız Kürdistan’ı kurmaya çalışıyordu.
  • ABD ve İsrail, İran’a, en azından gözdağı verecek bir hazırlık yapıyordu.
  • ABD, Libya örneği Suriye’ye de bir müdahale için fırsat kolluyordu.
İşte bu nedenlerle, ABD’nin başını ağrıtmayacak ve AKP iktidarına sorun çıkarmayacak bir komuta kademesi oluşturmak için, 2010 YAŞ’ı öncesi düğmeye basılıyordu.
Üstelik, sürekli ve sistemli bir propaganda ile, “Terörle mücadelede başarısız ve beceriksiz” gösterilen TSK’nın pasifize edilmesi ve polisin ağır silahlar ve yetkilerle güçlendirilmesi süreci de tıkır tıkır işliyordu.
Hatırlayalım:
2010 YAŞ’ı sırasında bazı komutanlar açıkça hedef alınıp yıpratılırken, “sakın dile düşürülmesin, gündeme getirilip nazar değmesin” denilen bir komutan, ileride GKB yapılmak üzere Jandarma Genel Komutanlığına taşınıyordu. Başta TARAF olmak üzere, yandaş ve yalaka medya TSK’ya toptan savaş açmışken bu Özel Paşaya olan ilgi ve sevgileri dikkatlerden kaçmıyordu.
Hatta Silvan’da 13 askerimizin pusuya düşürülmesi üzerine, Genelkurmay’ı suçlayan ve saldıran medyanın, konunun 1. derecede sorumlusu olan Jandarma Genel Komutanımıza toz kondurmamaları da, bu piyonların ve dış patronlarının niyetlerini ortaya koyacak şekilde sırıtıyordu.
Niye saklayalım, silah arkadaşları olan diğer Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı, elbette oldukça önemli ve ciddi gerekçelerle istifa ederken, Sn. Org. Necdet Özel’in BOP Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın peşine takılıp koşturması, bizim içimize sinmiyordu. Ama “İnşallah Necdet Özel Paşamız da, bütün bu dolapların farkındadır ve gerektiği yerde beklenen tavrı koyacaktır” kanaatiyle gönlümüz teselli arıyordu.
Ve zaten haftalar önce Emre Uslu’nun TARAF Gazetesinde “AKP’nin yeniden tek başına iktidara gelmesi halinde GKB Işık Koşaner’in istifa edeceğini” yazması da ABD ve AB destekli AKP senaryolarının bir yansımasıydı.
Bütün bu sinsi ve tehlikeli gelişmeler karşısında bile hala AB raportörü ağzıyla: “Türkiye demokratikleşiyor” diye zil takıp oynayanlar ve hele Ergenekon senaryolarının, TSK’yı hizaya sokma ve Sevr’in önündeki en zorlu engeli aşma operasyonlarına dönüştürüldüğünü hala anlamayanlara “öyleyse biraz daha bekleyin” demekten başka söz kalmıyordu. Bakalım Ahmet Altan gibi Sabataist ve ateist şımarıkların sevinç çığlıkları ne zaman boğazlarına düğümlenip kalacaktı?
Ordumuzu, BOP’un bir karakolu ve emperyalist-Siyonist odakların lejyonu yapma planlarına; TSK’yı, ertelenmiş Sevr’in ve Lozan’ın gizli maddelerinin gereği Türkiye’yi parçalama planları önündeki en son ve zorlu engel konumundan çıkarma hesaplarına geçmeden önce, acı ve çarpıcı bir tespitte bulunalım ve tabi “Dost acı söyler, ama ilacı söyler” atasözümüzü unutmayalım:
Bize göre Recep T. Erdoğan iktidarının; işsizlikten başörtüsüne, ziraattan sanayiye ülkenin hiç bir problemini çözmediği, hatta eskisinden bin beter hale getirdiği halde, üçüncü defa ve yüzde elli oranında oyla seçim kazanmasının en önemli etkeni, halkın nazarında “Onun döneminde büyük bir cesaretle askerin üzerine gidilmesi,  generallerin hesaba çekilmesi ve çetelerin çökertilmesi” oluyordu!?
Recep T. Erdoğan, yabancı ve yıkıcı bir proje olan ve Türkiye’miz dahil 27 İslam ülkesinin parçalanıp bölünmesini amaçlayan BOP’un eş başkanı olarak; ABD, AB ve İsrail’in teşvikiyle TSK’yı zayıflatma ve hizaya sokma planının taşeronluğunu yapsa da, maalesef halkımız olayın bu yönünü görmüyor, hatta görmek istemiyordu.
Peki, TSK nerde hata yapmıştı da, hangi konularda halkımızı derinden yaralamıştı da, AKP iktidarı, bunca tahribatına rağmen, sadece “bu orduyu hizaya sokma kahramanlığı(!) karşılığı” yüzde elli oy alabiliyordu? Asıl yanıtının verilmesi ve kesinlikle bir özeleştiriye gidilmesi gereken konu buydu.
Şimdi siz kalkar da:
  • Bir zaman Amerika’da rastlandığı gibi “zenciler ve köpekler giremez” cinsinden, askeri lojmanlara ve askeri sosyal alanlara, subayların türbanlı-sakallı anne babalarını ve akrabalarını bile sokmazsanız…
  • “Hanımı başörtülüdür” diye çalışkan ve başarılı subay ve astsubayları ordudan atarsanız…
  • T.C. Devletinin resmi okulları olan İmam Hatip mezunlarını düşman görüp orduya almazsanız…
  • “Yanında Kur’an taşıyor”, “Arapça ve Farsça kökenli kelimeler kullanıyor”, “tatilde memleketinde sivil olarak Cuma namazına katılıyor” diyerek kendi mensuplarınızı fişlemeye ve sicilini karalamaya kalkışanları bağrınızda barındırırsanız…
  • Daha da beteri: görev arkadaşlarını ziyaretçi gibi evlerine gönderip birbirine casusluk yaptırarak “hanımını plaja göndermediği, kokteyl gibi mecburiyetler dışında içki içmediği, dans etmediği” gerekçesiyle subaylarımızı kara listeye aldıranların yularını uzatırsanız…
  • Bunlarla da hızını alamayıp, sivil kurum ve okullara casuslar sızdırıp: “Filan bayan öğretmen, okul dışında başörtüsü takıyor, filan dindar öğretim üyesinin dekan olmasından korkuluyor, filan okulda Atatürk köşesi var ama yasak savmak cinsinden göstermelik ve özensiz duruyor, filan İmam Hatipteki 10 Kasım törenleri çok cansız ve cılız geçiyor” gibi raporlar düzenleten komutanlarınızı bu denli başıboş bırakırsanız…
  • Ve dahi kahraman ordumuzu en çok seven, milli harp sanayi için hayatını veren Erbakan Hoca gibi bir efsane Başbakanın, ABD Siyonist lobilerinin teşvik ve tertibiyle ve 28 Şubat darbesiyle indirilmesine alet olan mensuplarınıza göz yumarsanız.
Özetle, “ordu, işini gücünü bırakmış, milletin diniyle savaşıyor” kanaatini oluşturursanız.[1]
İşte o yüzden bu millet, hiçbir hayırlı ve yararlı icraat yapmasa bile, sadece “halkımızı bu denli üzen ve ezen generallerden hesap soruyor” şeklinde sahte kahramanlık rolü oynayanlara yüzde elli oy veriyordu!.. Ve bu sonuçtan herkesten önce TSK’nin ders çıkarması ve artık Müslüman halkıyla samimiyetle kucaklaşması gerekiyordu.
Şimdi gelelim asıl sorularımıza:
1- Hasdal’da hapsedilen general sayısı 50’ye yaklaşan, Harp Akademileri Komutanlığında görevli her 7 komutandan biri zindana tıkılan bir ordu, nasıl yurt savunması yapacak ve hangi moralle düşmanla savaşacaktı?
2- Bu tutuklamalar dış tertipli bir tezgâh ve tuzaksa; ehli iz’an ne zaman karşı çıkacak ve milli vicdan ne zaman uyanacaktı?
3- Yok, bu komutanlar gerçekten suçluysa ve Müslüman milletin inancına ve iktidarına sataşmak için komplolar kuruluyorsa, Peygamber ocağımızı bu hale sokan Mason İttihat ve Terakki kafasından ve NOTO tahribatından bu kutsal kurum ne zaman kurtulacaktı?
4- Mevcut iktidar, TSK’yı karalama ve kolunu kanadını kırma operasyonlarına taşeronluk yapıyor ve bununla siyasi rant topluyorsa, bu güdümlü demokrasiyle ülkemiz nereye varacaktı? Türkiye, hangi karanlık badirelere kaydırılmaktaydı ve kimler sahip çıkacaktı?
5- Özenle gizlenen “GEN”lerinin gereği, kızlarını Amerikan vatandaşı Yahudilerle evlendirmekten çekinmeyen bazı paşaların “Laiklik, Kemalizm” gibi kuru kavramlara sığınmalarına artık kimse aldanmamaktaydı ve halkımız bunları yutmamaktaydı.
AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga:  
“Silahlı kuvvetler reformu” başlıklı yazısında TSK ile ilgili dönüşüm planlarını şöyle deşifre ediyordu:
“Hedef, devletin genel işleyişi içinde silahlı kuvvetlerle ilgili işlerin ve savunma siyasetinin hükümetler tarafından belirlenmesi ve uygulanmasıdır. Personel siyasetini ve bütçesini kendi belirleyen özerk bir yapının ekonomik açıdan verimli işleyebilmesinin zorluğu herhalde açıktır. Askeri etkinlik açısından durum ilk bakışta o kadar aşikâr görünmeyebilir.
Komuta zinciri
Bu noktada, silahlı kuvvetler reformu sırasında da dikkatle gözetilmesi gereken 'komuta zinciri' kavramı üzerinden ve somut örnekler vererek konuyu biraz açalım. Vietnam Savaşı'nda yaşanan kuvvetler arası (kara, hava, deniz, vs.) ciddi koordinasyon sorunları üzerine ABD Başkanı Reagan 1985'te, silahlı kuvvetlerin komuta yapısının yeniden düzenlenmesini talep etti. Askerî çevrelerde iyi bilinen bir kanun ile (Goldwater-Nichols Yasası, 1986) Pentagon'un yapısı ve işleyişi kısa süre içinde geniş kapsamlı bir değişikliğe uğradı. Bütün dünya coğrafyası altı bölgeye ayrıldı (Avrupa, Pasifik, vs.), ilaveten üç temel askerî fonksiyon belirlendi (ulaşım, özel operasyonlar, stratejik işler) ve böylece dokuz adet birleşik muharip komutanlık kuruldu. Her birinin başına dört yıldızlı bir muharip komutan (combatant commander) getirildi. Komuta zinciri olabilecek en basit şekle indirgendi: Başkan-savunma bakanı-muharip komutan.
Görüldüğü gibi, komuta zinciri içinde Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları bulunmuyor. Çünkü harekât içinde yer almıyorlar ve o nedenle komuta yetkileri yok. Genelkurmay başkanı silahlı kuvvetlerin en yüksek rütbeli subayı ve görevi başkan ve savunma bakanına askerî konularda istişare sağlamak. Kuvvet komutanlarının görevi Genelkurmay başkanına yardımcı olmak ve ayrıca kendi kuvvetlerini teşkilat, eğitim ve donanım açısından hazır bulundurmak. Bu kuvvetler yukarıda belirtilen dokuz muharip komutanın emrine tahsis ediliyor ve kendi kuvvet komutanından değil, sadece muharip komutandan emir alıyor. Amerika'nın küresel askerî üstünlüğünün arkasında, demokratik kontrol ilkesine uygun; askerî komuta zincirini doğrudan (transfer edilmeden) işleten; koordinasyon sorunlarını en aza indiren böyle bir sistem var. Komuta zincirinin aracısız ve doğrudan olması, muharip yapı içinde yer almayan ve değişik kuvvetlerden gelen kurmayların oluşturduğu bir heyetin kendisine arzu edilmeyen özerk alanlar yaratmasının önüne geçiyor.
Önemli bir adım, Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na (MSB) bağlanması. En uygun yaklaşım, konunun anayasa kapsamından çıkarılıp yasalara bırakılması. Ancak Genelkurmay'ın MSB'ye hemen bağlanması pratik nedenlerle zor. Çünkü MSB mevcut kapasitesiyle bu yükü taşıyabilecek durumda değil. Silahlı kuvvetler, özerk alanlarını mümkün olan en geniş şekilde korumak ister ve o nedenle devlet veya hükümet başkanlarına bağlı konumda bulunmayı tercih eder.
Askerî istihbarat ve eğitim
Dönüşümün bu kritik aşaması, iki önemli konuyla daha yakından ilgili. Askerî istihbarat ülkenin iç işleriyle ilgili olmamalı. Türkiye'de ve başka ülkelerdeki tecrübeler gösteriyor ki, aksi takdirde silahlı kuvvetlerin görev alanları dışına çıkarak ülkenin iç işlerine ve siyasete karışma eğilimi artıyor. O nedenle askerî istihbaratın sınırları çok iyi belirlenmeli. Diğer konu eğitim. Sivil-asker ilişkilerinin doğru temellere oturmasının en derindeki güvencesi, demokratik değerlere uygun bir zihniyet dönüşümü. Silahlı kuvvetlerin eğitiminde böyle bir gelişmenin önünü açacak müfredatlara yer verilmeli, engelleyici ideolojik unsurlar ayıklanmalı. Ayrıca, harp akademilerinde sivillerin eğitim alma imkânı genişletilmeli. Ancak, etkili bir savunma bakanlığı oluşmadan, askerî istihbarat ve eğitimle ilgili bu hususların tam anlamıyla başarılması zor.
TSK; değişik askerî kavramlar, teşkilatlanma prensipleri, silah standartları dâhil pek çok konuda Batılı ülkeler ve NATO ile uyum içinde çalışan bir kuruluş. Bu uyumun silahlı kuvvetlerin en hayati işleyiş ilkeleri açısından da sağlanmasının zamanı artık çoktan geldi.” [2]
AKP’li Haluk Özdalga’nın bu yazdıklarından:
1- TSK’nın komuta yapısını bozup, kuvvet komutanlarını ve Genelkurmay Başkanını sadece protokol mankeni olarak devre dışı bırakacak yeni ve yetkili “muharip komutan”lar zinciri oluşturmak ve bunları doğrudan Başbakana bağlamak
2- Böylece işbirlikçi iktidarlar eliyle TSK’yı Amerika’nın güdümüne ve kontrolüne sokmak
3- Askeri istihbaratı zayıflatmak, yani tabiri caizce Orduyu kör ve sağır konumuna taşımak
4- Türk Ordusunda, NATO’nun müdahil olmadığı hiçbir alan ve komutan bırakmamak
5- Bütün bu şeytani girişimlerin asıl anlamı ve amacı: NATO’ya bağlı tüm orduların ve iktidarların yularını ABD’li Siyonist Yahudi odakların avucuna tutuşturmaktı. Yani işbirlikçi iktidar üzerinden TSK’yı ABD Yahudi Lobileri yönetmiş olacaktı.
ABD’nin “Savaş Konseyi”nde büyük değişim: Yahudi Panetta Pentagon’un başına getiriliyordu:
ABD Savunma Bakanı Yahudi Robert Gates görevinden ayrılmadan önceki son resmi yolculuğu sırasında Newsweek dergisine, çarpıcı açıklamalar yapmıştı. Gates, ABD'nin dünya sahnesindeki hâkimiyetini kaybetmeye başladığını vurgulamıştı. Siyonist eski Savunma Bakanı, "Tüm yetişkinlik hayatım süresince ABD bir süper güçtü. Ekonomisi çok güçlü olduğu için sırtı hep pekti. Artık farklı bir devredeyiz. Açıkçası emekli olmamın nedenlerinden biri de bu, çünkü dünyayla ilişkisini sürekli daha da azaltmak zorunda olan bir hükümetin parçası olmak istemiyorum" diye sızlanması, ABD’nin çöküşe geçtiği anlamını taşımaktaydı. Gates, ABD'nin kaybetmesinden korktuğunu, ancak bunun gerçekleşmemesini umduğunu ve Pasifik'te dahi güçlü bir ABD’yi görmek istediğini hatırlatmıştı. Bunun ancak ABD’nin ve müttefik ülkelerin silahlı kuvvetlerinin yapısını gözden geçirilmesi durumunda başarılacağını hatırlatmıştı.
Afganistan'da Vietnam gibi kaybettik
Robert Gates, Afganistan işgali konusunda ise, Vietnam benzetmesi yapmıştı. Gates, Vietnam'da doğru stratejiye geç geçildiğini, aynı hatanın Afganistan'da da tekrarlandığını açıklamıştı.
Bu arada Amerika Birleşik Devletleri'nde 30 Haziran'da emekliye ayrılacak olan Savunma Bakam Robert Gates'in yerini alacak isim resmen açıklanmıştı. Başkan Barack Obama tarafından aday gösterilen, Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) Başkanı Yahudi Leon Panetta, Pentagon'un başına atanmıştı. Amerikan Senatosu'nca oybirliğiyle onaylanan Panetta, 1 Temmuz'da göreve başlayacak, Onun boşalttığı CIA koltuğuna ise ABD'nin Afganistan'daki ordusunun komutanı Yahudi David Petraeus oturtulacaktı. 
İşte görüyorsunuz, ABD’nin savunma ve istihbarat kurumları tamamen Yahudilerin elinde bulunuyordu ve tüm müttefik ülke orduları da “demokratik değişim” palavrasıyla Yahudi güdümüne sokulmak isteniyordu.
AKP merkez ve il yöneticileri ve bölücü KADER temsilcileriyle sıkı fıkı olduğu bilinen ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Berna Keen’in kriptosundan yeni Meclis’in yol haritası olarak TSK’ya operasyon ve özerklik çıkıyordu:
12 Haziran genel seçimlerinden tam on gün önce ABD Ankara Büyükelçiliği'nden merkeze "Acil" kodlu bir kripto çekiliyordu.  ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Berna Keen'in 2 Haziran günü "Çok gizli" notu düşerek çektiği bu kripto, ABD'nin seçimlerden sonra Türkiye'de işleteceği takvimin şifrelerini veriyordu. Büyükelçiliğin seçim tahminleri Yeni Meclis'te AKP, CHP ve BDP’nin nasıl yönlendirileceği, özerklik için hangi planların işletileceği, Özerklik tartışmasının uluslararası zemine taşınma prosedürleri, TSK'ya yeni operasyonların hedefi hepsi bu kriptoda yer alıyordu.
TSK'ya operasyona devam talimatı
"Çok gizli" kripto, TSK'ya karşı dozu gittikçe artan operasyonların nasıl bir boyut kazanacağını gözler önüne seriyordu. İşte kriptodaki TSK operasyonun satır başları:
"Türk Silahlı Kuvvetleri muvazzaf personeli ile ilgili plan uygulamaları beklenen gelişmeler doğrultusunda oluşmaktadır. İnisiyatifleri nötrdür. Aksi gelişmeler hususunda herhangi bir emare bulunmamaktadır. Genelkurmay eski başkanlarının yargılanmaları hususunda hukuki alt yapı hazırlıkları tamamlanmak üzeredir. Yargılamalar hızlanacaktır. (LS plan) Profesyonel ordu çalışmaları tamamlamak üzeredir."
Özerklik planı
Kripto, ABD'nin Kürt planı ve "Özerlik" ilanı için işletilecek takvimle ilgili önemli bilgiler de içeriyordu: "Bağımsız Kürt milletvekilleri çok sert muhalefet yaparak bölgesel özerklik konusunda etkili bir konumda tartışmalı; bölgeye, gelişmelere göre yeni plan önermeler etkin kılınmalıdır. Yerel özerklik, mahalli idareler planlarına işlerlik kazandırılmalı. Ülkedeki Kürt ofislerinin sayısı çoğaltılmalı."
Keen, özerlik tartışmalarının uluslararası zemine taşınması ve şu adımların atılması gerektiğini belirtiyordu: "Avrupa'da Kürt egemenlik hareketi ofislerine gereken düzenleyici katkılar uygulamaya sokulmalıdır. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nde "Kürt Temsilci Masası" mutlaka gündeme getirilmelidir. Var olan işlevsiz ofislere aktiflik kazandırılmalıdır.”
ABD’nin TSK planının ayrıntıları
TSK ya operasyonun boyutu, kriptoda yazılan Genelkurmay eski başkanlarının yargılanması ve profesyonel orduya geçişle sınırlı kalmıyordu. Çok daha kapsamlı planın ayrıntıları şunlardı:
  • Asker sayısı 250 bine indirilip azaltılacak.
  • Zorunlu askerlik daraltılacak.
  • Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanına bağlanacak.
  • Milli duruşlu subayların bir kısmı davalarla saf dışı bırakılacak.
  • Diğerleri yüksek ikramiyelerle özendirilip emekliye ayrılacak.
  • Kalan subaylar sözleşmeli olacak.
  • Bütün subayların terfi ve tayinini, performansa ve sadakate göre hükümet yapacak.       
  • Ordu iç güvenlikten uzaklaştırılacak.
  • Jandarma İçişleri'ne bağlanacak.
ABD’nin yeni TSK projesi tıkır tıkır işliyordu
"Bir ülke silahlı kuvvetlerinde suya tirit gerekçelerle onlarca general esir alınıp zindanlara anlıyorsa, bilinmelidir ki o silahlı kuvvetler tasfiye ve de yeniden inşa edilme sürecindedir. Milli devletin vazgeçilmez teminatı olan TSK, adım adım çökertilmektedir. Hasdal'a hapsedilen muvazzaf general sayısının 50’ye yaklaşması bunun somut delilidir. 'Darbeden yargılanıyor' gibi iddialar komiktir. İşte 28 Şubat Darbesini yapanlar ve AKP’yi iktidara hazırlayanlar ortadadır ki onlara hiç ilişilmemektedir. Darbe hesaplaşması ambalajıyla TSK'yı sindirme ve dönüştürme faaliyeti yürütülmektedir. Yargı dahil bütün kurumları fetheden AKP'nin yeni hedefi TSK'nın ele geçirilmesidir. Tam 3 yıl boyunca yapılan yayınlar, aşağılamalar ve tutuklamalarla önce korkutup sindirdiler, bugün dönüştürme aşamasına gelinmiştir. İşte Hüseyin Gülerce YAŞ'ı işaret ederek bu hedefi açıktan dillendirmiştir ve Projenin gerçek sahibi ise AKP değil, ABD'dir."
Hüseyin Gülerce: ‘28 Şubat ayıbı, Gülen dönünce bitecek’ diyordu!
"Türkiye 'sivilleşme-demokratikleşme alanında ve halkın iradesinin yönetime yansıması ve saygı duyulması' yolunda önemli bir mesafe aldı. Ama 28 Şubat surecinin etkileri tam olarak geri döndürülemedi. O dönemde medyamızın bir bölümünde nereden servis edildiği belli olmayan kasetlerle başta Fetullah Gülen olmak üzere birçok isme karşı 'infaz' mekanizmaları harekete geçirilmişti Amaç belliydi; bu insanları saygı gördükleri toplumdan ayrıştırmak, koparmak ve yalnızlaştırmak… Evet, çok açık ve net yazıyorum: Türkiye'nin 'gerçek bir demokrasi yolunda' daha hızlı ilerlemesi için Gülen'in dönmesi ve her şeyin 28 Şubat öncesi gibi kaldığı yerden devam etmesi gerekli. Bu noktada siyasi otoriteye çok Önemli bir görev düşüyor; başta Gülen olmak üzere, bu ülkeden ‘zorla tecrit edilen’ herkesin, buradaki sevdiklerine kavuşmaları için ‘güven verilmeli’ ve bu 'son adım' mutlaka ama mutlaka atılmalı..."
Gülen’e göre cemaatin önünde tek problem vardı: Kim bu küçük fakat tesirli grup?
Fetullah Gülen ise: “Türkiye’de, kısmen birtakım harici tesirlerle de birlikte kardeşçe yaşamadan rahatsız olan ve bunu menfaatlerine aykırı bulan çok küçük fakat tesirli grup var” demişti. Peki, ama bu küçük grup kimdi? Gülen buna açıklık getirmemişti.
Fetullah Gülen bu demeci, Almanya'da Türkçe-Almanca yayın yapan Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesinden Michael Maier'e vermişti. İşte o söyleşi:
Soru:Türkiye'de Kemalistler ile Müslümanlar arasındaki uçurum hep devam edecek mi?
F. Gülen:Bu soru, Kemalistler içinde Müslümanların, Müslümanlar içinde ise Kemalistlerin olmadığı veya bu iki kesimin birbirinin tamamen zıttı olduğu gibi bir düşünceyi barındırmaktadır. Yani ne Türkiye'de Müslümanlar ve Kemalistler olarak her bakımdan ayrışmış iki gruptan söz edilebilir ne de bu iki grup arasında kapanmaz uçurumların varlığı söz konusu edilebilir. Biz, kaynaşmış bir mozaik niteliğine sahip bir "imparatorluk" toplumunun mirasçılarıyız. Fakat ne yazık ki Türkiye'de, kısmen birtakım harici tesirlerle de birlikte kardeşçe yaşamaktan rahatsız olan ve bunu menfaatlerine aykırı bulan çok küçük fakat tesirli grup var. Yoksa ayrışmış Müslümanlar ve Kemalistler diye iki grup yok.”
Bu arada asıl sorulması ve üzerinde durulması gereken konu şudur: Fetullah Gülen’in “çok küçük ama oldukça etkili” gördükleri bu grubun gücü nereden kaynaklanıyordu?
Fetullahçıların arkasında dünyanın süper gücü zannedilen Amerika bulunduğuna göre, onların bile söz geçiremediği ve Fetullah Gülen’in dönmesine izin vermediği bu grup, kimlerden oluşuyordu ve hangi düşünceyi taşıyordu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder