Anasayfa

Pazar, Temmuz 03, 2011

Büyük oyunun yeni bölümü: Angelina'nın timsah gözyaşları ve Türkiye... / Suzan Çataloluk

“-Görmüyor musunuz Fransızlar mektep açtılar, papazlarını gönderdiler, büyük bir oyun baÅŸlattılar. Osmanlı’yı yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. EÄŸer Osmanlı yıkılırsa dünya da Arap’ın başına yıkılacaktır.”


Fındıklı…
Ä°stanbul…
Yıl 1890…
Meclis-i Mebusan Binasının bahçesi…
İki adam denizin kıyısında neredeyse bir saattir münakaşa etmekteydiler. Esmer, orta yaşlı, sakallı adam karşısında duran kendinden genç ve heyecanlı adamı dikkatle dinliyordu.
Yüzü gergindi orta yaÅŸlı adamın. Siyah gözlerinde derin bir hüzün vardı. Ne denizden esen sessiz yeli fark ediyordu, ne ufuktaki sisi görüyordu,  ne martı çığlıklarını, ne de ara ara geçen faytonların müzik dolu seslerini duyuyordu.
Genç adam heyecanla anlatmaya devam ediyordu:
“-Efendim, Paris’te toplandık. Fransızlar bizimle. Hatta bağımsızlığa gidecek yolda her türlü desteÄŸi vereceklerini söylediler.”
Orta yaÅŸlı adam uzaktan geçen süslü ve geniÅŸ kayığa baktı. Ne kadar da huzur dolu idi, rengârenkti, hiçbir ÅŸeyden haberi yoktu. Koca Osmanlı’da olanlarda halkın neden haberi vardı ki…
Elini sıkıntıyla kır sakalına götürdü, aşağıya doğru sıvazladı. Yavaş sesle sordu:
“-Hani sadece bölgesel özerklik isteyecektiniz? Bu bağımsızlık da nereden çıktı?”
Genç adamın göz bebekleri hinlikle oynadı, bir tilki gülümsemesi dudaklarına yayıldı:
“-Efendim, Osmanlı can çekiÅŸiyor, dedi. Türkler yüzyıllarca başımızda kaldılar. Ne gördük onlardan büyük Arap Milleti olarak? Bu büyük ve necip milletin artık bağımsız olma vakti gelmiÅŸtir.”
Kaşları çatıldı orta yaşlı adamın, yüzü gerildi. Farkında olmadan sesi yükseldi:
“- Benim kim olduÄŸumu biliyorsun deÄŸil mi?”
Genç adam ürküp kekeledi:
“-Efendim, nasıl bilmem! Siz Suriye’nin gönderdiÄŸi Osmanlı mebusu Halil Ganem’siniz. Sözünüz bizim tarafımızdan pek makbuldür.”
“-Niyetim size mebus olduÄŸumu söyletmek deÄŸildi, diye cevap verdi adam. Benim hangi millete ve dine mensup olduÄŸumu biliyorsunuz deÄŸil mi?”
Başını öne eğdi genç olan ve neredeyse fısıldadı:
“-Efendim… Siz… Siz Efendim, Suriyeli Hıristiyan Araplardansınız.”
Uzandı orta yaşlı adam, elini gencin omzuna koydu ve sordu:
“-Söyleyin bana genç gazeteci dostum, Türklerden ne zarar gördünüz?”
Genç gazeteci pek şaşırdı bu soruya. Cevaplamak için belli ve artık sloganlaşmış sözleri sıralamaya başladı. Ama Mebus Halil Ganem hemen sözünü kesti:
“-Görmüyor musunuz Fransızlar mektep açtılar, papazlarını gönderdiler, büyük bir oyun baÅŸlattılar. Osmanlı’yı yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. EÄŸer Osmanlı yıkılırsa dünya da Arap’ın başına yıkılacaktır.”
Gözleri yaşararak ufka baktı birkaç saniye. Sonra derin bir nefes alıp tane tane konuştu:
“-Ben Hıristiyan’ım. Ama bu Müslüman Osmanlı Türkünden hep fayda gördüm.”“400 yıllık yönetimleri boyunca Türkler bir santimetre mülkümüzü dahi almamışlardır. Toprakları, mülkleri, sanayii ve ticareti yerli halka bırakmışlardır... Arap aydınlarının ve ileri gelenlerinin, ümmetlerinin Osmanlı çıkarları çerçevesinde yaÅŸamasından baÅŸka bir isteÄŸi yoktur.”(1)
Aslında o iki adam o dönem çözülmekte olan muhteÅŸem Osmanlı’nın hüzünlü bir yansıması idi.
Osmanlı’nın hâkimiyetinde huzur yüzyılları yaÅŸamış olan Araplar Fransızlar ve Ä°ngilizler baÅŸta olmak üzere emperyalist Batı’nın yoÄŸun propagandalarına kanmışlar, bir kısım Arap aydını Türklerden ayrılmak için var güçleri ile çalışmaya baÅŸlamışlardı. Bu ayrılış isteÄŸinin alt yapısını Suriye ve Lübnan’a gönderilen bir sürü Fransız misyoneri hazırlamamıştı.
Arap dünyasında “Osmanlı’nın bayrağında olmaktansa Fransız keferesi veya Ä°ngiliz ile birlikte yaÅŸamak çok daha iyidir” görüşü giderek güç kazanıyordu!
Osmanlı’da Tanzimat ilanından sonra büyük bir rahatlığa kavuÅŸan Batı emperyalistleri haçlı zihniyeti doÄŸrultusunda hemen Suriye, Cebel-i Lübnan ve Filistin’deki misyoner okulları açıp özellikle Hıristiyan Araplar arasında milliyetçilik fikirlerini yaymaya, büyük Arap ÅŸovenizmini açıkça savunmaya baÅŸlamışlardı.
Yine dönemin bu Batı haçlıları Müslüman Araplara da şu propagandayı yapıyorlardı: İslâm dünyasının Batı karşısında gerileyişi asla durdurulamazdı. Zira bunun sebebi Türklerdi. Arap kimlik ve kültürünün eskiden İslâm ve Batı medeniyetlerine fevkalade önemli katkı ve destekleri olduğu halde Osmanlı ile birlikte bu durum ortadan kalkmıştı.
Batı tarafından uygulanan bu devÅŸirme harekâtı –ne yazık ki- baÅŸarıya ulaşıyor, Araplar da kendi aralarında ayrışmaya tabi tutuluyordu. Kimi Mısırlı olduÄŸunu, kimi Suriyeli olduÄŸunu iddia ediyordu. Ama hepsi de Osmanlı’yı suçluyordu!
Neler demiyorlardı ki ve neler istemiyorlardı ki: Kimileri bağımsızlık diye tuttururken, kimileri – bu günkü tabirle-  özerklikten dem vuruyor, kimileri federasyon isteyip Avrupa devletlerinin arkalarında olduÄŸunu söylüyordu.
Okullardaki Türkçe eğitim derhal kalkmalı idi. Bu dil olsa olsa seçmeli ders olabilirdi. Misal mi istiyorsunuz, birlikte okuyalım o zaman:
Suriye’nin – ki o zaman Lübnan ve Ãœrdün’ü de içine alıyordu-  bağımsızlığı için uÄŸraÅŸan Arap milliyetçisi Butrus el-Bustanî "ez-Zinan" isimli bir dergi çıkarıyor, görünüşte otonomi isteyip diyordu ki:
“-"Osmanlı bizim vatanımızdır; ancak memleketimiz Suriye'dir. Ne olur Suriye’nin resmi dili Arapça olsa. Osmanlı bölünür mü?”
Oysa aynı Bustani 1875'de Hıristiyan Araplar ile gizli bir dernek kurarak Suriye’nin Lübnan'la birlikte Türklerden kurtulmasını istiyordu.
Bu satırları okuyunca ne düşündünüz acep?
Şu günkü şartlar o zamana ne kadar benziyor değil mi?
O gün Arapları piyonlaÅŸtıran emperyalist kefere Batı bu gün Kürt dosyası yaveleriyle Türkiye’yi bölmeye, yok etmeye çalışıyor!
Neyse…
Hülasa olarak Arapçılık canlandırılmak isteniyor, Osmanlı çökertilmek isteniyordu.
Osmanlı münevver kesiminde de – ne yazık ki – çok ağır bir ayrışma ve kapışma yaÅŸanıyordu!
Uzun ve hazin hikâyeler yaÅŸandı bu ayrışmada. Birinci dünya savaşında – daha evvel yazmaya çalıştığımız gibi- Din-i Mübin adına savaÅŸan mazlum Türk askeri Ä°ngiliz ve Fransız haçlısının desteÄŸi ile kandırılan Araplar tarafından arkadan hançerlendi.
Sonra mı ne oldu? Biliyorsunuz, Büyük Arap İmparatorluğunun hayal olduğu Ortadoğu coğrafyası emperyalistler tarafından sınırlarının cetvelle çizildiği kimi çok küçük manda devletçiklere bölününce acı gerçek ortaya çıktı!
Ãœstüne üstlük bir de Balfour Deklarasyonu ile Müslüman Filistin’in çok önemli bir bölümü Yahudilere “kutsal ve milli bir vatan” olarak hediye ediliverince Araplar ne büyük bir kandırmacaya kapıldıklarını anlamaya baÅŸladılar.
Bu durumu acı acı itiraf eden Filistin Meclisleri Yüksek Komitesi, Kudüs’teki ABD temsilcisine ÅŸu satırları yazıyordu:
“Zayıf Arap milletinin parçalanması için çalışan en büyük düşman sanılan Türkiye, bizi bu yavaÅŸ ölüme mahkûm edecek kadar zalimleÅŸmemiÅŸti. O halde, YakındoÄŸu’daki zaferlerine Arapların yapmış olduÄŸu katkıyı kabul eden dostumuz Müttefikler, nasıl olur da böyle bir cezaya mahkûm edilmemize göz yumarlar? EÄŸer Türkiye’ye karşı baÅŸkaldırdıysak, bu sadece haklarımızı öne sürmek içindi ve ittifakımızın ülkemizi böleceÄŸini ve ardından da sömürgeleÅŸtireceÄŸini önceden görebilseydik, Türklere karşı husumetimizi ilan etmezdik.”(2)
Osmanlı asırlarını büyük bir hasret ve hayranlıkla arayan kimi Arap münevverler yavaş yavaş hakikatin ta kendisini gördükleri zaman çok açık bir şekilde o hakikati tarif edip anlattılar. Buna bir misal verelim:
Düşünürler Formu Türk Arap Ä°liÅŸkileri Daire BaÅŸkanı olan ve Londra’da yaÅŸayan Rabi El Hafid (Rabee Al-Hafidh) uzun makalesinde Arapların Türklerle yaÅŸadıkları dönemlerin aslında kimilerinin iddia ettiÄŸi gibi kayıp yılları olmadığını uzun uzun anlatarak yaptığı siyasi ve sosyolojik tahlilde iki dindaÅŸ milletin birlikte olmalarının bölge çıkarları açısından çok önemli olduÄŸunu açıklamakta ve çeÅŸitli misallerle Türkleri övmektedir.
Bu makalesinde Rabi El Hafid sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Ä°bn-i Haldun’un ÅŸu sözlerine yer vermektedir:
"Can çekişmekte olan İslam'a ruh üfürmek ve Müslüman saflarında birliği yerinde sağlamak üzere ilahî inayet ve hikmet Türk kabilelerinden bazı yeni yönetici ve savunmacılar nasip etmiştir."(3)
Ama... Arapça ile diyelim ki: "Ba'de  harab'ül Basra,"  Basra harap olduktan sonra!
Gelelim günümüze!
“Sıfır sorun politikası”  ile Nusayri BeÅŸar Esad ve kabinesi ile vüzera toplantıları yaptık, vizeler kalktı,  pek bir sarmaÅŸ dolaÅŸ olduk! Her ÅŸey çok umutlu ve mutlu gidiyordu.
Pers Ä°mparatorluÄŸunun, Ä°lhanlıların, Safevi’lerin mirasçısı olduÄŸunu iddia edip Kisra’ların torunu olduÄŸunu anlatan ve ABD’ne meydan okuyan Ä°ran ile çok dostane iliÅŸkiler içindeydik.
Baş devletlû diyordu ki:
“-BOP’un eÅŸ baÅŸkanlığı bana verildi!”
Ermenistan’a müthiÅŸ tavizler verdik;
Barzani hainine “Kak” dedi Türkiye’min Dış Ä°ÅŸlerinden mes’ul devletlûsu;
Yunanistan’a iki küçük adamızı bağışladık. E, sıfır sorun istiyorduk ya!
Ama…
Sanki birileri düğmeye bastı ve birden Tunus’tan ters bir rüzgâr esti! Demokrasi beklenirken askeri rejim geldi, oturdu.
Mısır’da demokrasinin kurulması sebebi ile Hüsnü Mübarek kovalandı, askerler geldi, ama demokrasi baharı beklemeye alındı.
Ama…
Krallık olan Ãœrdün’de çıt yoktu. Suudi’de ses yoktu, Irak zaten komada idi.
Buna karşılık Bahreyn birbirine girdi, Yemen karıştı.
Niye? Sadece demokrasi için mi?
Geçiniz Efendim, Krallık olan Ürdün ve Suudi niye karışmadı o zaman?
Nedense Şii ekseninde kıyamet koparılmaya başlanmıştı!
Derken… Evet, derken…
Ãœrdün üzerinden gelen Yahudi silahı ile muhalifler silahlandırıldı ve Suriye’de iç kargaÅŸa baÅŸlatıldı.
'Åžam'da EÅŸcinsel Bir Kız' baÅŸlığıyla Suriye'deki ayaklanmanın sembolü haline gelen ancak daha sonra sahte olduÄŸu anlaşılan bloÄŸun yazarı bir ABD’li çıktı!
Tom MacMaster isimli bu provokatör dünya medyasında ilk yüz yüze röportajını hurriyet.com.tr’ye verdi ve dedi ki “ Yorum yazabilmek için kurguladım.” Yani, yalan yazdım!(4)
Suriye vatandaşları bize sığınmaya başladılar!
Ve…
Durup dururken Suriye’ye ders vermeye baÅŸladık.
ABD, Ä°ngiltere ve Suudi ile birlikte olup Ä°ran tesir sahasındaki Suriye’den demokratik reform yapmasını istemeye baÅŸladık.
Sınırda çadır köy kuruldu. Hollywood’un ünlü artisti cinsel sapmalı Angelina geldi, Suriyelilerin arasında dolaşıp gözlerini yaÅŸartarak rol kesti.
Angelina niye tecavüze uğrayan kadınlara sarılarak ağlamadı acep?
Ve…
DiÄŸer taraftan Ä°ngiltere DışiÅŸleri Bakanı William Hague,  “Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisini kullanmaya ihtiyacımız var”  deyu ahkâm kesti.
ABD DışiÅŸleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland Çok hin bir açıklama yaptı: “Suriye’de eyleme geçme zamanı. Türklerin sabrı giderek azalıyor!”
Bu arada kerameti kendinden menkul bir takım dış basın ve düşünce kuruluşları İran ile aramızın bozulmaya başlamasından endişe ettiklerini ve bu manada bir takım belirtiler gördüklerini yazıverdiler!
Allah Allah…
Bu tahrik edici açıklama ve yazmalar da neyin nesi diye düşünmek aslında saflık ya, neyse deyip devam edelim:
Ve… BM bir tampon bölgeden bahsedip bize yardıma koÅŸma teklifinde bulundu!
Yani yeni bir sıkıntı merkezi…
Aklınıza Çekiç Güç ve Irak’ın kuzeyi geliyor deÄŸil mi?
Derken…
PKK’lı olmaktan hapis yatarken milletvekili yaptığımız, devletten maaÅŸ alıp ama devletin temeline dinamit koymak için bütün gücüyle uÄŸraÅŸan  - tıpkı Osmanlı döneminde Arap şövenistler gibi- ırkçı bir hanım durup dururken –mi acep- New York Times’da bir yazı yazdı. BaÅŸlık çok manidardı: Arap Baharı, Kürt Yazı.(5)
Şimdi ne düşünürsünüz acep?
Mevsimleri sayarsak bahar, yaz, güz ve kış olduÄŸuna göre, Arap Baharı, Kürt Yazı…
Ee, kimin güzü ve hatta kışı?
İçerde her ÅŸeyi bahane edip bela çıkarmaya çalışan ve Emperyalist haçlı Batı’nın ve Siyonist Yahudi’nin desteklediÄŸi bir PKK ve uzantıları varken;
Suriye sınırında bir tampon bölge yaratılarak bu iç belaya Kuzey Irak’taki oluÅŸumun uzantısı olan ağır bir tehlike gelmekte iken;
Yani Büyük Kürdistan Projesi haçlı emperyalistler ve Siyonist Yahudiler tarafından hayata geçirilmek üzere düğmeye basılmışken;
Şii İran ile Şii idareli Suriye ile sıkıntı yaşamak da neyin nesi?
Hani sıfır sorun politikası?
Acep Şii hilali ile Sünni olan Türkiye kapıştırılmak mı isteniyor?
Bu kıyametten bir Kürdistan çıkarmak mı tezgâhlanıyor?
“Yenisi kuruluncaya kadar sorumlu olan hükümetin üyelerinden biri çıkıp hepimize açıklamalı: OrtadoÄŸu’da yürütülen dış politika bizler adına devlet organlarımızca kararlaÅŸtırılan bir politika mıdır, yoksa baÅŸkalarınca kararlaÅŸtırılıp bizce yürütülmesi istenen bir politika mı söz konusudur?“(6)
-------------------------------------------------------------
KAYNAKLAR
1: www.ihh.org.tr: Suriye Bilad-ı Åžam’ın hazin Öyküsü
2:HARARI, Maurice (1962), Government and the Politics of the Middle East, Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs.
3: Rabee Al-Hafidh : Bölgesel çıkarlar, Arap milliyetçiliği ve Arap - Türk ilişkileri Zaman, 2010
4: İrem KÖKER . Hürriyet Gazetesi, 14 Haziran 2011
5:Sebahat Tuncel: Arab Spring, Kurdish Summer: THE NEW YORK TÄ°MES June 17, 2011
6:Mümtaz soysal cumhuriyet 22 Haziran 2011




Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder