Anasayfa

Cuma, Nisan 01, 2011

Büyük Oyun Büyük Kürdistan 20

SHP’nin HEP ile ittifakı kendi yüzünde patladı
Devlet-hükümet-muhalef ve SHP-SODEP Güneydoğu’da oy almak ümidiyle Kürtçü tanınanları bünyelerine alıyor ve hatta CHP’nin yerine kurulan SHP ilk Kürt Partisi HEP (Halkın Emek Partisi) ile seçim ittifakı yapıyordu. Ne var ki, bu ittifak SHP’nin yüzüne patlayacaktı.
Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana’nın TBMM kürsüsünden PKK renkli giysiler ile Kürtçe konuşması üzerine 
liderlerin çoğu gene “Kürt gerçeğini” tanımak, “Kürt kimliğini”  tanımak veya  “Türkiye vatandaşlığı kavramı”  gibi şeyler ortaya atıyorlardı.
Partiya Karkari Kürdistan (Pe Ka Ka veya Kürtlerin dedikleri gibi Pe Ke Ke) Abdullah Öcalan, namı diğer Apo’nun kurduğu bir örgüt. Apo 1960-1970’lerin cadı kazanından Mahir Çayan’ın ve Deniz Gezmiş’in yoldaşı. Onlardan ilham ve destek almış, 1974 genel affından sonra Urfa, Elazığ, Tunceli, Gaziantep ve Maraş bölgeleri ağırlıklı olmak üzere yeni bir partinin teşkilatlanmasına girişmiş. Bu örgüt önceleri Apocular olarak biliniyor ve Marksist-Leninist olmakla birlikte Kürt milliyetçiliği güdüyor, Birebir çalışmalarla her yörede özellikle genç taraftarlar topluyordu. Apocular ve PKK’cılar bölgelerinde ağa ve şeyhleri, mesela Urfa’da Bucak’ları hedef alıyorlardı.
PKK, 12 Eylül müdahalesinden sonra bekleyişe geçiyor, sadece bazı askeri noktalara küçük saldırılar düzenliyordu. Bu arada Türkiye hududu dışında Kuzey Irak ve İran’daki Kürt grupları ile temasa geçiyor ve oralarda sığınma üsleri hazırlıyor; Barzani ve KDP ile irtibat kuruyordu. Gerçi devlet artık PKK’nın mevcudiyetinden haberdardır ama PKK Türk güvenlik kuvvetleriyle 1980-83 askeri idare döneminde direkt temas kurmaktan özellikle kaçınmaktadır. Kır bölgelerinde  “vur kaç”  eylemleri yaparken, hudutların dışında hazırlanmakta ve yığınak yapmaktadır. 

Suriye-İran-Irak desteği
Sonra açıkladığına göre stratejisi: 
“Önce hazırlık ve savunma -sonra denge- sonra da taarruz”  idi ve bunu adım adım uyguladı.  “Bir avuç gerilladan sonra büyük bir ordu çıkaracağını”  umuyor ve böylelikle Türk Silahlı Kuvvetlerini,  “Kürdistan”  dediği bölgeden çıkarabileceğini umuyordu.
Şiddetin ve vahşetin dozunu gittikçe artırırken bir zamanlar zımni bir anlaşma yaptığı KDP’den ve Mesut Barzani’den kopuyordu.
İlginç olan bir husus da, Türkiye’nin Kürt bölücülere karşı işbirliği teklif ettiği Suriye, Irak ve İran bu işbirliğine yanaşmadıkları gibi PKK’ya yataklık ediyor, silah vs. yardımı yapıyorlardı. Gene o zaman yazdıklarına göre Türk siyasetindeki yozlaşma ve mücadele iradesinin eksikliği ve bazı liberal aydın kesimlerinden Kürt kimliğini ve özerkliğini desteklemeleri, lehinde işliyordu. Artık ağa ve şeyhlerin pek nüfuzu kalmamıştı. Öcalan, ağa ve şeyhleri de hedef almakla bu süreci hızlandırmıştı. Yavaş yavaş güvenlik güçlerine saldırıda cüretini arttırıyordu. Bölgeye dehşet saçıyordu. Devlet otoritesine meydan okuyor, gençlerin PKK’ya katılmalarını sağlıyor, etraftan haraç topluyordu.

Ucu belirsiz projeler
Acıdır ki devlet-hükümet-muhalef ve SHP-SODEP Güneydoğu’da oy almak ümidiyle Kürtçü tanınanları bünyelerine alıyor ve hatta CHP’nin yerine kurulan SHP ilk Kürt Partisi HEP (Halkın Emek Partisi) ile seçim ittifakı yapıyordu. Ne var ki, bu ittifak SHP’nin yüzüne patlayacaktı. Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana’nın TBMM kürsüsünden PKK renkli giysiler ile Kürtçe konuşması üzerine liderlerin çoğu gene oy veya liberallere hoş görünmek endişesi ile  “Kürt gerçeğini”  tanımak, “Kürt kimliğini”  tanımak veya  “Türkiye vatandaşlığı kavramı”  gibi şeyler ortaya atıyorlardı. Ve ne yazık ki zamanın Cumhurbaşkanının aklında da  “Federasyon”  gibi ucu nereye varacağı belli olmayan bazı projeler geçiyordu. Kürtçe gazete ve dergi, yasağı da onun zamanında kaldırılmıştı. 
Liberallerin Kürt partilerine arka çıkmaları ve açıkça Kürtçülük yapan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp hapsedilmelerini tenkit eden liberallerin söylemi  “Eğer TBMM’den kaçırırsak dağa çıkarlar”  idi. Oysa HEP’li ve DEP’lilerin gayesi dağı, yani PKK’yı Meclis’e sokmaktı. Zaten Öcalan’ın da maksadı, hele Türkiye’yi dağlardan bölemeyeceğini anlayınca siyasete girmek, legale çıkmaktı. Yakalandıktan sonraki itiraflarında HADEP ve ondan evvelki Kürt partileri ile yakın irtibatları ortaya çıkıyor.

İnanç sömürüsü
Öcalan’ın bir taktiği de yavaş yavaş Marksist-Leninist kimliğinden sıyrılmak ve dini kesimi yanına almaktı. Bunun için, Partiye İslâmi Kürdistan gibi (PİK) İslamcı yan kuruluşlar kurmuştu.
Ne acıdır ki bütün bunlar olurken hükümetler belirli bir strateji tespit edememişlerdi ve düşük yoğunluktaki savaşın gerektirdiği tedbirleri almıyorlardı. Gerilla savaşına karşı hazırlıklı değillerdi. Şurası muhakkak ki, hükümetler ve politikacılar PKK, Kürt ve bölücülük sorunları karşısında, çoğu zaman Güneydoğu oylarını da düşünerek fazla kararlı davranmamışlardı. Sonunda Güneydoğu meselesinin sadece askeri ve güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceği ve bataklığı kurutmak gerektiği belli idi de, bu tedbirlerin bataklık kurutulmadan nasıl alınacağına kimse somut bir cevap veremiyordu...
Tuzluçayır toplantısı ve MİT...
15 Ağustos 1984’te PKK’nın  “14 Temmuz Silahlı Propaganda Takımı” yani gerilla birliği, Siirt’in Eruh ilçesindeki jandarma karakolunu, diğer gerilla birliği 21 Mart Silahlı Propaganda takımı da Hakkâri’nin Şemdinli ilçesindeki açık hava subay gazinosunu bastı. İlçe jandarma karakolunu taradı, subay, ast subay ve erlerin tamamını öldürdü... Bir yerde bu PKK saldırılarının açığa vurulması, Apo’nun bir avuç gerilladan muntazam bir ordu çıkarmak iddiasının da başlangıcı idi... O sırada Marmaris’te yazlığında bu haberi alan Cumhurbaşkanı Özal da diğer hükümet mensupları da olayın önemini fark edememişlerdi. Veya başka bir yorumla önemsememiş görünmekle Apo’yu ve PKK’yı öne çıkarmak istememişlerdi...

Apo’nun ve PKK’nın gelişmesi
1993 yılında PKK, Apo’nun Özgür Gündem’de Ali Fırat adı ile yazdığı bir yazıya göre Eruh-Şemdinli baskınlarındaki  “100 gerilladan veya militandan, 10.000 kişilik bir orduya yükselmişti.”  Tahminlere göre, bu “ordu”  çok geçmeden 50.000 kişiyi bulacaktı. Artık gazeteci Mehmet Ali Kışlalı’nın deyimi ile güneydoğuda düşük yoğunluklu bir iç savaş başlayacak ve altı yıl boyunca Türkiye’nin, Kürtlerin ve Türklerin kaderini ipotek altına alacaktı.

Başlangıç noktası
Abdullah Öcalan’ın cirmine ve PKK’ya bir başlangıç noktası saptamak gerekiyorsa, Apo’nun sonradan söylediklerine ve yazdıklarına göre, önce Urfa iline bağlı Halveti ilçesinin Ömerli köyünde yoksul bir çiftçi ailenin çocuklarından biri olarak 1949’daki doğumu, sonra da l973’de Çubuk Barajı’nda 5-6 yandaşı ile bir ağacın altında yaptığı toplantı... O zaman DEV-GENÇ, THKO ve Doğu Kültür Ocakları artık ona küçük gelmeye başlamıştı. Siyasi ve fakat gizli bir parti kurması, kendisine vacip olmuştu. O küçük grupta, şimdi PKK’nın Apo’nun yerine geçen Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi Cemal Bayık da var. Bu toplantıda PKK’nın kurulması için ilke kararı almıyor. Bu ilke kararı 1974 yılında Ankara’nın Tuzluçayır semtinde yapılan ikinci toplantıda da perçinleniyor. ,

MİT şayiaları
Tuzluçayır toplantısının önemi, bu toplantıya Apo’nun sonra evleneceği bir MİT mensubunun kızı olduğu söylenen Kesire Yıldırım’ın katılması. Gene MİT mensubu olduğu söylenen, Türkkuşu’nda çalıştığı için Pilot namı ile maruf Necati’nin de bu toplantılarda bulunması, bazılarını hatta eski bazı PKK’cılar tarafından da desteklenen Apo’nun da başlangıçta MİT’e hizmet ettiği şayialarına yol açacaktır. Uğur Mumcu da PKK hakkındaki kitabında bu şayiaya yer vermiştir. Eğer bu bir dönem için doğru olmuş olsa bile Apo’nun sonraları kontrolden tamamıyla çıktığı muhakkaktır. Tuzluçayır’da, PKK’nın sonra önem kazanacak başlıca kişileri de vardır ve Apo’nun liderliği burada sivrilmiştir. 
Öcalan 1972’den sonra Türk kimliğinden tamamen sıyrıldı
Apo’nun doğduğu Ömerli Köyü, kendisine göre Ermenilerden kalma, içinde Türkçe konuşulan bir köydür. Anası Üveyş Hanım da Apo’nun yakalandıktan sonra hep tekrarladığı gibi Türk’tür. Ne var ki, bu köyde bazı Ermeni’den dönmelerinin bulunması, Üveyş Hanım’ın da Ermeni kökenli olup olmadığı şüphesine yol açmıştır. Ama gerçekse, gerek Üveyş Hanım’ın Türk olması, gerek evde babası Ömer’den daha fazla otoriter ve kavgacı olması, Apo’nun benliğinde psikolojik bakımdan araştırılmaya muhtaç bir ikilem yaratmıştır. Babasını mı yoksa anasını mı daha fazla sever belli değildir... Apo ile birkaç defa yüz yüze konuşmuş olan, PKK hakkındaki en kapsamlı kitaplardan birinin yazarı ve sonra her nasılsa PKK davasına yurtdışından da hizmet eden İsmet İmset, Abdullah Öcalan’ın sola ve Kürtçülüğe kaymadan ve daha sola katılmadan önce dindarlıkla Türk milliyetçiliği ve Kürtçülükle solculuk arasında bocaladığını; dönem dönem hem Maltepe Camii’nde Cuma namazı kılacak derecede dindar olduğunu ve sonra da 197l’e kadar milliyetçi muhafazakâr çizgide yer aldığını söyler. Gene rivayete göre Apo o arada askeri okula gitmeyi istemiş fakat her nedense belki de yaşı küçük olduğu için alınmamıştır. Bunun yerine Ankara’daki Tapu Kadastro Meslek Lisesi’ne giriyor ve bu okulu 1969’da bitiriyor. Tayin edildiği İstanbul’da 1971’de Hukuk Fakültesi’ne, sonradan Ankara’da Siyasal Bilgiler Okulu’na burslu olarak devam ediyor.
Apo savunmasında kendi kişisel durumunu anlatırken şöyle yazıyor: 
 “Ailem anam tarafından, Türkmen diyebileceğimiz bir komşu köy kökenli idi... Türkçe ve Kürtçe beraber konuşabiliyordu. Köylerimiz arasında herhangi bir düşmanlık olmadığı gibi ilişkiler oldukça dostane idi”  Anası hakkındaki ilişkileri hakkında da şöyle diyor:
 “Anamla çelişkiler şiddetli idi... Çok bağımsız ve boyun eğmez bir kadındı... Anam evde hâkimdi. Fazla aile terbiyesi görmeden büyüdüm. Kendimi özgür büyütmem ağırlıklı yanımdı.”
O, 1960 sonrası solculuk furyası içinde solcu oluyor. Sonra bu solculuğuna Ankara Hukuk Fakültesi’nde devam edecektir. Mahir Çayan ve diğerleri ile arkadaşlığı da burada başlayacak. Apo, 1972’den sonra Türk kimliğinden sıyrılmış, Kürt kimliğine ve Kürtçülük, bölücülük davasına kaymıştır. Polis ve adaletle başı belaya, Mahir Çayan’ın Kızıldere’de öldürülmesinden sonra Ankara’da katıldığı bir gösteride TİKP (Türkiye İşçi ve Köylü Partisi) adına bildiri dağıttığı için girmiş ve 1972’de Askeri Savcı Baki Tuğ’un karşısına çıkarılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder