Anasayfa

Pazar, Eylül 18, 2011

Minareler Füzemiz / Habip Hamza ERDEM

  
 
"Hani yurttaÈ™ların çoÄŸunluÄŸu ‘bilmedikleri için’ göremiyor olsunlar.
Çünkü görmek de bilmekten geçmektedir.
Ancak ‘kamu görevi’ yapan ya da ‘devlet’ için çalıșanlar bile bile ve hatta seve seve Cumhuriyet düșmanlığı yapmaktadırlar." 
 
 
Adam ‘minareler süngümüz’ mü ne demiÈ™ti de içeri almıșlardı.


Her ne kadar asıl içeri alınma nedeni bu deÄŸildi deniliyor ise de, Ramazan Kıvrak gibi biz de ‘ne ise o’ deyip konumuza gelelim.
Konu, dinin ‘ideolojik bir aygıt’ olarak nasıl kullanıbileceÄŸi olsun.
Minarelerin zaman içinde ‘Arap palası’ olmaktan nasıl ‘kasatura’lığa geçtiÄŸi ve bugün nasıl ‘nükleer baÈ™lıklı füze’ oldukları da denilebilir.
Hatta ‘nükler sızıntı’ olup beyinleri nasıl dumura uÄŸrattıkları..


Arap yarımadasında, Mustafa Kemal ile yașıt birinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÈ™u ile koÈ™ut giden Suudî Krallığı’nın kuruluÈ™unda minareleri gerçekten ‘süngü’ gibi kullandığı bir gerçektir.
Benoit-Méchin’in Kurt ve Leopar adlı iki ciltlik kitabı bunun öyküsüdür.
Kurt ya da daha doÄŸrusu Bozkurt Mustafa Kemal, Leopar ya da pars da Ä°bn-Suud’tur.
Biri minarelerin manevi ișlevlerini yerine getirmelerinin koșullarını yaratmıștır.
‘Fikri hür, vicadanı hür, irfanı hür’ yurttaÈ™ kavramına ulaÈ™mıștır.
Ve, tez olsun, bu kavramlaștırma yirmibirinci yüzyılda henüz așılmamıștır.
Öbürü ise minareyi bedevinin beynine çakmıștır.
Öyle ki, bugün Arap topraklarında akan kan, bu ‘Arap palası’nın, bu ‘kasatura’nın, bu ‘süngü’nün açtığı yaradan akmaktadır.


‘Arap baharı’nın görüntüsü ne olursa olsun, o yara aynı yaradır.
Aygıt ise süngülükten füzeliğe dönüșmüștür.
Geçenlerde Louis Althusser’in ‘Devletin Ä°deolojik Aygıtaları’na gönderme yapmıștım.
Ä°È™te ‘minare’ler bu ‘ideolijik aygıtların’ islam coÄŸrafyasındaki adıdır.
Ne yazık ki, ‘12 Eylül’ ile birlikte bu füzelerin yapımında kullanılan ‘nükleer madde’, bir ‘sızıntı’ biçiminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerine de ulaÈ™tırılmıștır.
Ve son otuz yılda Cumhuriyeti temelleri ile birlikte darmadağın etmiștir.
Bugün, bașına ‘Türkiye Cumhuriyeti’ yazılabilecek bir ‘devlet’ yoktur.
O’nun ‘cumhurbaÈ™bakanı’, ‘baÈ™bakanı’, ‘bakanı’, ‘savcısı’, ‘yargıcı’, ‘polisi’ ve hatta ‘ordusu’; her düzeyden okulu, öğretmeni, camisi ve imamı Cumhuriyet karșıtıdır.


Abartılı olmaması için ‘bilerek ya da bilmeyerek’ denilebilir.
Hani yurttaÈ™ların çoÄŸunluÄŸu ‘bilmedikleri için’ göremiyor olsunlar.
Çünkü görmek de bilmekten geçmektedir.
Ancak ‘kamu görevi’ yapan ya da ‘devlet’ için çalıșanlar bile bile ve hatta seve seve Cumhuriyet düșmanlığı yapmaktadırlar.
Ne ki, bu sonuncular ‘cumhuriyet’i o ‘Arap palası’nın kını gibi kullanmaktadırlar.
Minareyi çalan kılıfını bulmak zorunda değil midir?


Bugün Türkiye denilen topraklarda boygösteren ‘devlet, Özal’ın sevdiÄŸi sözcük olan ‘transformasyon’a uÄŸramıș ‘devlet’tir.
Minareleri süngülükten füzeliÄŸe ‘transforme’ olmuÈ™ olan ‘devlet’.
Din ‘devletin ideolojik bir aygıtı’ olmak yerine, ‘devlet’ dinin ‘ideolojik bir aygıtı’na dönüștürülmüștür.
Dönüșümden önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde çoÄŸunluÄŸun dini islamdır denilmekte idi.
Șimdi Müslüman Türkiye Devleti bir cumhuriyettir denilecektir.
Ä°stek üzerine ‘Türk’ çıkarılırsa; Müslüman Devlet’imiz bir cumhuriyettir olur.
CumhurbaÈ™kanı seçimlerinde Bülent Ersoy ne demiÈ™ti: ‘Müslüman bir cumhurbaÈ™kanımız’ olacak..


Onu bașardık.
Șimdi bu müslüman devletin ‘anayasası’ yapılacak diyorlar.
Siz ‘devlet’inizin temellerini kurduktan sonra, yazılı bir anayasası olmasa da olur.
O anayasa olsa olsa ‘minarenin kılıfı’ olacaktır.
‘Füze kalkanı’ da güvencesi.
 
Kaynak 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder