Anasayfa

Çarşamba, Aralık 15, 2010

Türkiye'nin yeni küresel rolü

Türkiye'de, laik müesses nizam ve dine meyilli hükümet arasında bir bölünme var mı?

Bir kimsenin Türkiye'de laikler ve İslamcılar arasındaki bölünme hakkında edindiği izlenim yanlış sonuca götürür. Kavga bugün Kemalizm üzerinde yürümektedir yani ismini Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ardından alan devletin resmi ideolojisi üzerinde. Türkiye'ye 1930'lardan beri hâkim olan bu ideoloji ulusçu, kendine güvenen, yabancı düşmanı ve katı laiktir. Ondaki problemler ekseriya dar ve cebri tarzda takdim edilmesi ve icra edilmesiyle ilişkilendirilmektedir. Kusurları bir yana, kadınlara eşit haklar vermiş/kadınları hızla azad etmiş ve dolaylı da olsa Türkiye'yi Batıyla başgöz etmiştir. Kemalizm'in katı destekçileri orduda, yargıda, üniversitelerde, medyada ve üst-orta sınıfta yer tutmaktadırlar.

Kemalizm'in problemi ille de ideolojik bileşenlerinde değil destekçilerinin onu gün be gün nasıl uygulamaya koyduklarıyla ilgilidir. 1930'ların ideolojisi, eğilmez, gayri demokratik ve ötekilere karşı hoşgörüsüz destekçileri tarafından şaşılacak derecede kaskatı kılınmıştı. Kemal'in mirâsını yorumlamada başı çeken ordu, herşeye herkesin potansiyel şüpheli ve hain olduğu iç güvenlik prizmasından baktı. Nüfusuna/halkına güven duymayışı, liberal, Batılı anayasaların tam zıddıdır. Bu mirâs etrafında inşa edilen müteakip anayasalar ve siyasi sistem, Türkiye'deki demokratik gelişimin bodur kalmasını sağlamıştır.

Eylül referandumu, Türk devletinin ideolojik altyapısını dağıtmanın başlangıcıdır. Bir sonraki adım, anayasayı değiştirmektir
ve AK Partinin bunda başarılı olup olmayacağını bekleyip görmek gerekiyor. Başarılı olmazsa, Kemalistlerin geri çekilmesiyle oluşan otoriteryan boşluğu AK Partinin doldurması muhtemeldir. Erdoğan, çok popüler olduğu için şu an büyük bir güce sahip. Câri siyasi sistemde mündemiç otoriteryan eğilimler, ki parti liderlerine imtiyaz tanımakta ve onları yarı-ilahlar haline getirmektedir, demokratik kurumsallaşmaya yardımcı değildir.

AK Parti ve Erdoğan yeni bir anayasa üzerinde düşünürlerken, bu esnada, hemfikir olmadıkları taraflar adına hakları genişletme karar vermeleri gereken şeyler var. Bu ise mevcut sistemin marjinalleştirdiği tarafların haklarını genişletmekten AK Partinin öncelikleriyle anlaşmazlığı olan kişilerin – mesela hayat tarzlarının saldırı altında olduğundan korkan geleneksel laikler – haklarını korumaya kadar geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ve sahiplerinin hükümetin nazarında sevimsiz olmasına hiç bakmaksızın basın özgürlüğünü garanti etmeyi de ihtiva etmektedir.

Türkiye'nin artan bölgesel nüfuzu, dış politikasının ve uluslararası çıkarlarının eksenini nasıl kaydırıyor?

Türkiye'nin iddialı dış politikası ve batı dışı yönetimlere ve - son olarak ABD'nin BMGK'da daha sert müeyyideler için bastırmasına karşı Türkiye'nin Tahran'la taraf tutmasında görüldüğü üzere - bilhassa da İran'a kur yapması, tutkunun ve ekonomik arzuların sonucudur.

Türkiye, jeopolitik avantajlarını, ekonomik gücünü, İslam dünyası ile olan tarihi ve kültürel bağlarını kullanarak bölgesel bir güç ve küresel bir oyuncu olmak istiyor. Bugün dünyanın onaltıncı büyük ekonomisidir ve 2023'e kadar ilk 10'da yer almayı amaçlıyor. Türkiye'nin dinamizmi ve uluslararası sahada devrede olma istekliliği ona büyük bir güç kattı. Erdoğan hükümeti, küresel ağırlığı hakkında abartılı bir hissiyata sahip ve sağlığa zararlı dozda olan bu gurur Ankara'nın yer yer çok ileri gitmesine yol açıyor. Türkiye uzun süre kilosunun epey altında enerji harcadı ama şimdi kilosunun epey üstünde enerji harcıyor.

Yeni pazarlara açılmak, mevcut pazarlarda derinleşmek ve ticari fırsatların pek çoğunu değerlendirmek, tüm bunlar, Türk dış politikasına yön veriyor. Türkiye'nin ekonomisi ihracata bağımlıdır ve Türk şirketleri, yeni pazarlarda kendilerine yardım etmesi için hükümetin gözüne bakıyorlar.

İran vakasında bile görülebilir bu. Türkiye'nin istediği son şey, Irak'tan sonra sınırlarında yaşanacak bir başka çatışmadır zira istikrarsızlık, ticari ilişkileri sekteye uğratır. Dahası Türkiye, İran dâhil Ortadoğu'daki herkesle ticari ilişkileri artırmak için bu yeni gücünden yararlandı. Uluslararası müeyyidelere rağmen Erdoğan, karşılıklı ticari hacmi gelecek beş yıl zarfında üç katına çıkarma çağrısı yaparak, BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a verdiği desteği karşılıklı ticari hacmi iyileştirmek için kullandı.

ABD-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumu nedir?

Türkiye'yle ilişkileri bakımından, ABD'ye daraltı ve derin düşünce hâkim. Türkiye'nin küresel meselelerde oynadığı daha güçlü role bakınca, Washington'da biraz ters tepki var. Politikacılar, Türkiye'nin Doğuya meyletmesinden ve Amerikan çıkarlarına karşı çalışmasından endişe ediyorlar. Gerçekte ise Türkiye hiçbir yere gitmiyor. Türkiye'nin Washington'la ilişkileri kopmuş gibi algılandığında, Türkiye'nin bölgede sahip olduğu şu anki itibar büyük sıkıntı çekecektir. Her iki ülkenin de birbirine ihtiyacı var.

Problem şu ki birbirleriyle iletişim kurma ve birbirlerini anlama sıkıntısı çekiyorlar. ABD kendisini AK Parti yönetimideki Türkiye gerçekliğine ayarlamak zorundayken Ankara da küresel bir güç olarak ücra köşelerde çok sayıda çıkarı bulunan ve sadece Türkiye'nin bölgesine odaklanmakla kalmayan ABD'yi nasıl idare edeceğini öğrenmek zorundadır. ABD, Türkiye'nin iç dönüşümünü ve bunun iki ilişkilerdeki yansımasını kabul etmelidir – ABD'nin alışkın olduğu seçkinlerin yani İstanbul merkezli iş çevresinin ve askerlerin artık borusu ötmüyor. Kumanda kolları daha muhafazakar, dindar ve fakat pazar yönelimli Anadolulu seçkinlerin elinde artık.

Türkler ise Washington'a karşı her daim ilkel ve komplocu bir yaklaşım sergilediler, ki Amerikan çıkarlarını yanlış anlayıp yanlış yorumlamalarına yol açmıştır. Bunun en iyi örneği, Türkiye ve Brezilya'nın İran nükleer programı için aracılık çabaları sırasında görülmüştür; Ankara, Obama yönetiminin nükleer silahların yayılmasıyla ilgili endişelerini, nükleer silahların sayısını azaltma arzusunu ve Rusya'yla START anlaşmasını imzalamasını büsbütün yanlış okumuştu.

Erdoğan'ın ve AK Parti'nin ülke içindeki mevcut güçleri sayesinde Ankara'nın uluslararası sahada daha saldırgan olacağı endişeleri var. Ancak bu her iki yönde de olabilir. Kendisini daha güvende hisseden bir Erdoğan seçimlere daha rahat ve daha dingin gidecek ve böylece popülist, ulusçu ve tantanalı politikalara eğilim göstermek azalacaktır. Washington'la ilişkilerin kızışmasının ona bir hayrı dokunmayacaktır zira Türk seçmenlerinin daha az savaşçı, daha olgun ve daha yapıcı bir liderlik gözleyeceği vakit hızla yaklaşıyor. ABD-Türkiye ilişkileri için hayra alamettir bu.

ABD ve Türkiye'nin her meseleye aynı gözle bakmalarının bir garantisi gene de yok. Türkiye-Amerika ilişkileri en iyi zamanlarda bile zorlu ve acılıydı ve ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'de nüfuz tasarrufu için Pentagon'a bel bağlamaya alışkındır. Şu an farklı olan, Türkiye ve Amerika'nın ters düştükleri meselelerin geçmişe nazaran çok daha fazla sayıda ve daha karmaşık olmasıdır.


Kaynak: Carnegie Vakfı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder