Anasayfa

Cuma, Mart 29, 2013

TÜRK’ÜN 'KİMLİK' CÜZDANI (6) / Arslan BULUT




* Milliyetçiliğe saldırıların küresel sebepleri
* Atatürk’ün örnek aldığı devlet başkanı kimdir?
* Atatürk’e göre millet ve milliyetçilik tanımı
* Türk Milleti’nin tek ve ortak tanımı nedir?
* Korkut Özal’ın tarihi itirafından Erdoğan’a..?
* Türkçülüğün bugünkü esasları ne olabilir?

Milliyetçiliğe saldırıların küresel sebebi!




Ahmet Davutoğlu milliyetçiliğe saldırıların başını çekmeye başladı.


OECD ve Dünya Ticaret Örgütü’nün son analizlerine göre “Geniş ihracat pazarlarının açılması, küresel üretim zincirlerinin oluşturulması ve küresel ticaretin, ekonominin iyileşmesi ülkelerin daha fazla entegrasyonuna ve daha az korumacılığa başvurmasına bağlıdır” deniliyordu.


Star yazarı Cemil Ertem, “Demek ki, krizin çözümü sınırların ekonomik ve siyasi olarak kalkmasından, ulusalcılığın her türünün tarihin çöp tenekesine gitmesinden geçiyor” diyordu. İşte küreselleşmenin özeti de buydu zaten.. Oysa dünyadaki ekonomik krize kapitalizmin kâr hırsı sebep olmuştu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 2012 yılının Eylül ayında, Hürriyet’in,  “Sizin kafanızdaki yeni Türkiye, Kürt meselesini nasıl çözecek?” sorusunu cevaplandırırken  “19. yüzyıl ideolojisi olan ulusçuluk Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bütünleştirdi. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici, suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Hepimizin bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi. İki yüzyıl önce şehirlerimizde mahallelerimizde iç içe yaşayan Türkler, Ermeniler, Araplar, Rumlar, Arnavutlar ve daha birçok farklı etnik ve dini kimlik bugün bu organik yapıdan koparılmış durumda. Yeni kopuşlara izin vermememiz gerek”  diyordu.
Kısacası, Dışişleri Bakanı, ulusçuluk, yani milliyetçilik esasına dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesini ve Anayasasını tanımadığını ilan etmiş oluyordu.
Davutoğlu yine  “Size yakıştırılan Yeni-Osmanlıcılık da gençlik rüyanız mıydı?”  sorusuna  “Benim rüyamdı”  dedikten ve bu yolda yaptıklarını anlattıktan sonra, “Bunlara Yeni-Osmanlıcılık diyorlarsa bu onları bağlar, beni değil”  diye cevap veriyordu.
Demek ki Ahmet Davutoğlu bir dönüşüm geçirmiş ve oradan oraya savrulmuştu.. Anayasa’daki  “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”  kabulü yerine,  “Hayır, herkes, Osmanlı’daki gibi kendi etnik kökeni ile anılsın, Türk, Ermeni, Arap, Rum, Arnavut denilsin”  anlayışını getirmek istiyordu.
Peki neden böyle oluyordu? Milli kimliğe yönelik saldırının küresel sebebi olmasa Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bu kadar cüretkâr davranabilir miydi? Tabii bu sorunun cevabını birçok proje ile açıklamak mümkün ama bu defa küresel güçlerin kendi açıklamalarından faydalanalım. Bakınız sebep neymiş?
Star gazetesinde yazan Cemil Ertem, 23 Ocak 2013 tarihinde,  “En büyük tehlike: Ulusalcı-korumacılık” başlıklı yazısında Türkiye’nin yakın zamana kadar içeride oligarşinin, dışarıda ise kirli finans kapitalin oyuncağı olduğunu, ekonomiyi faiz ve rant musluklarını tutanların belirlediğini, anlatıyordu.
Ertem, Türkiye’nin şimdilerde kur savaşı adı altında korumacılık denilen tuzağa düşmemesi gerektiğini anlattıktan sonra OECD ve Dünya Ticaret Örgütü Analizi’nin de bunu teyit ettiğini belirtiyordu.
Ertem’in nakline göre analizde dünya ticaretinin değişen yüzüne vurgu yapılarak,  “Geniş ihracat pazarlarının açılması, küresel üretim zincirlerinin oluşturulması ve küresel ticaretin, ekonominin iyileşmesi ülkelerin daha fazla entegrasyonuna ve daha az korumacılığa başvurmasına bağlıdır” deniliyordu.
Ertem, gelişmiş ülkelerin sanayi devriminden beri korumacılıkla sömürü mekanizmalarını kurduklarını, bu mekanizmaların kalıntılarının devam ettiğini, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, korumacılığın çözüm olarak gösterilmesi ve uygulanmasının sonunun ise savaş olduğunu söyledikten sonra, çözümün işçi ve emeğin serbest dolaşımında ve çalışma saatlerinin düşürülmesinde aranması gerektiğini öne sürüyordu.
Sonuç olarak Ertem,  “Demek ki, krizin çözümü sınırların ekonomik ve siyasi olarak kalkmasından, ulusalcılığın her türünün tarihin çöp tenekesine gitmesinden geçiyor”  diyordu.
İşte küreselleşmenin özeti de buydu zaten..
Oysa dünyadaki ekonomik krize ulusalcılık vesaire değil, kapitalizmin kâr hırsı sebep olmuştu.
Amerikan halkının konut paralarını şişirip, ödenecek taksitlerin toplamından 25 kat büyüklükte kâğıtları yine Amerikan halkına veya gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin halklarına satan Amerikan bankaları ve finans kuruluşları, küçük bir sarsıntıda çökmüştü. Tabii Amerikan ekonomisi çökünce bağlı olarak bütün dünya ekonomisi bundan etkilenmişti.. Yani krizin gerçek sebebi, kapitalizmin sahtekârlığı ve Federal Reserv’in bu sahtekârlığı finanse etmek için durmadan Dolar basmasıydı..
Fakat bu durumdan çıkış için, sınırların ekonomik ve siyasi olarak kaldırılmasını düşünmek, hele hele ulusalcılığın her türünün çöpe atılmasını istemek bu sahtekâr kapitalizmin devam etmesini istemek değil miydi?


2071’de Malazgirt’in öcünü mü alacaksın? 


Davutoğlu’nun istediği, Osmanlı gibi Türkiye merkezli bir küreselleşme projesi mi yoksa hizmet ettiği Büyük Orta Doğu Projesi miydi? Dolayısıyla, küresel kapitalizmin önüne bir daha engel çıkmaması için bu coğrafyada ulusal kimliklerin tamamen ortadan kaldırılması mı gerekiyordu?
Erdoğan, bir parti grubu konuşmasında,  “Biz Türkiye’yi 2071 yılına hazırlamayı düşünüyoruz, onlar Türkiye’yi 89 yıl geriye götürmeye çalışıyorlar”  diyordu. 89 yıl önce Cumhuriyet ilan edilmişti. Tayyip Erdoğan’ın 2071 hedefinde Türk yoktu. 1071 Malazgirt Zaferi’nin, ezelden Türk yurdu olan Anadolu’nun kapılarını yeniden Türklere açtığı söylenir.. Tayyip Erdoğan, Türk Anayasası’ndan Türklüğü kaldırmak istediğine göre, hedeflerine ulaşırsa, 2071’e varıldığında Anadolu, Türk yurdu olarak, hatta İslam ülkesi olarak kalacak mıdır? Öyle ya, sembolik olarak Akdamar ve Sümela’daki ayinlerden sonra, yurdun dört bir köşesindeki tarihi kiliseler restore edildi ve çanlarını çalmaya başladı.. Bu durumda Tayyip Erdoğan, Anadolu’nun yeniden Hıristiyanlaşmasına doğru adımlar atarak, ayrıca Büyük Orta Doğu eş başkanı sıfatıyla, İslam ülkelerine yönelik küresel Haçlı Seferi’ne destek vererek ve sonra Türk Milliyetçiliğini ayaklarının altına aldığını söyleyerek Hıristiyan Batı’nın, Türklerden Malazgirt’in intikamını almasını sağlamaya çalışmış bir duruma düşmüş olmuyor muydu?


Türklük hangi ekonomik tabana dayanacak?


Türk Milleti’nin milli kimliği ne olacaktır. Başkanlık sistemi ile Türkiye yeniden nasıl formatlanacaktır? Türkiye, bir taraftan topraklarını küresel tekellere devrederken, bütünlüğünü korumayı bir tarafa bırakın, milli kimliğini koruyabilecek midir?  “Alevi hâkimler gidecek, Müslüman hâkimler gelecek” diyen bir siyasi hareket, bugüne kadar TÜSİAD sermayesini korumuş olan askerî vesayetin ve darbecilerin karşısında, özgürlüğün, insan haklarının, demokrasinin bayraktarlığını yaparken Türk halkının bu gidişe son vermesi beklenebilir mi?
Ve yeni sınıf, İslam değerlerini kullanarak yükseldiği halde, hiçbir Hıristiyan’ın yaşamadığı yerlerdeki tarihi kiliselerde Hıristiyan ayinlerine ve yurdun her köşesinde misyonerliğe izin vererek, toprakları, bankaları, borsayı, stratejik kurumları devrettiği Batı’nın da desteğini aldığına göre bu gidişe dur denilebilir mi?
Batılı güçler, 1919’da daha büyük bir galibiyetin mümessiliydi? O dönemde Sovyet devrimi, geçici bir süre için de olsa, Türkiye’nin paylaşılmasını önlemiş ve Türkiye Cumhuriyeti, kendi dayanakları üzerinde yükselebilmişti.
Şimdi geldiğimiz noktada Türk Milleti’nin içinden hangi sınıfa dayanarak milli bir hareket geliştirilecektir?
1919’da varlığına kastedilen bir ulus, kendisiyle aynı kanı taşıyan akrabalarının maddi ve manevi desteğini de alarak ve bütün ekonomik gücüyle ordusunu destekleyip, emperyalizme karşı bir direniş destanı yazdı. O direnişin asıl dayanağı, Anadolu köylüsü ve eşrafı idi.
Atatürk onun için,  “Köylü milletin efendisidir”  demişti. Hem üretimi ile hem de bütün cephelerde vatan savunmasında gösterdiği dirayet ile Türk köylüsü bütün dünyada hayranlık uyandırmıştır.
İşte Cumhuriyet, o köylünün tarihi değerleri üzerinde kuruldu.
Bugün Türkiye, milletin bütünlüğünü bozmak, Anadolu’yu özerk veya federe devletlere bölerek, Türk Dünyası’nın en büyük dayanağı Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak isteyenlere peşkeş çekiliyor.
Türk direnişinin dayanağı olan köylü,  “15 gün içinde 15 yasa” gibi baskılarla ekonomik yönden çökertildi. Bütün tarım kalemlerinde üretimde gerilemeler oldu. Nüfus arttığı için, köylü işsiz kalan kitlelerini şehirlere gönderdi. Tarım arazileri dahil olmak üzere cumhuriyet döneminde üretilen bütün ekonomik değerler, yabancı şirketlere satıldı. Yani, Anadolu’nun direnç gücünün ekonomik dayanakları, Türk Milleti’nin elinden alınarak yabancılara devredildi. Bunu da özelleştirme adı altında ve Avrupa Birliği’ne girişi devlet politikası olarak benimseyen Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Milletvekilleri, Genelkurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları el birliğiyle yaptılar!
Biz,  “Yapmayın, milli gücün en önemli unsuru ekonomidir. Ekonomik alt yapısı yabancılara devredilmiş bir ülkenin milli gücü de yabancıların kontrolüne geçer”  dedikse de kimseye dinletemedik.


ABD eğitimli kadrolar...


Bugün itibariyle geriye dönüp baktığımızda, karşımıza Atatürk’ün  “Tam bağımsızlık” sloganı ile yetişmiş nesiller içinden,  “karşılıklı bağımlılık” sloganını benimseyenler veya hem dünya tekelleriyle eklemlenmiş medyatik saldırıdan, hem de refah tutkusuna hitap eden pazarlama yöntemlerinden etkilenen maddeciliğe alıştırılmış insanlar topluluğu çıkmaktadır. Durum böyle olunca, ekonomik ve kültürel bağımsızlık tamamen yok olmaya doğru gitmekte, bu teslimiyetçilik, beraberinde askerî ve siyasî teslimiyetçiliği de hızlandırmaktadır!
Esas itibariyle Türkiye, 1952’den beri askeri yardım almaktadır. Bu da, hem savunma sanayi, hem de iç politikanın kontrol altına tutulması demektir. Türkiye’nin yönetim kadrolarında önemli mevkiler işgal eden insanların neredeyse tamamı ABD’de eğitilmiştir. Öyle ki bu kadrolar,  “Çekiç Güç”  adlı bir işgal kuvvetini Türkiye’ye davet edebilmiş, yıllarca Türkiye’nin ve Türk milletinin kaderi ile oynamasına imza atabilmiştir. Hatta 1 Mart 2003 tezkeresi ile Amerikan ordusunun Mersin’den Hakkâri’ye uzanan topraklara, Samsun, Trabzon, Afyon ve Sabiha Gökçen havaalanlarına yerleşmesi de az kalsın kabul ediliyordu.
Türkiye, tamamıyla Amerikan planlamalarının eseri olarak, gençliğini birbirine kırdıran, böylelikle kendi milletinin geleceğini kendi elleriyle yok eden kadrolar tarafından yönetilmiştir. Bu kadrolar, halen işbaşındadır ve büyük mesafe almışlardır.  “Düşünce sistemleri maddeye bağımlı”  hale getirilmiş insanlarımız, Yeni Dünya Düzeni tekellerinin temsilcisi veya Yeni Dünya Düzeni kültürünün Türkiye’deki uzantıları olmaya can atmaktadır.
Yeni ticaret, medya ve bilgi ordularının askerleri, Türkiye’nin her noktasına nüfuz etmekte, buna karşılık, bu alanlarda ciddi bir yeniden yapılanma başlatılamamaktadır. İnsanlarımızın ticari kıblesi değişince, siyasi kıblesi de değişmekte, ülke halkının milli karakteri çözülmektedir. Dolayısıyla siyaset de, bu uzantıların eline geçmekte,  “milli güç” dışarıdan güdülmektedir. Milli güç, doğrudan dışarıdan güdülünce, Silahlı Kuvvetler, istemese de bu güçlerin güvenliğini sağlar konuma düşmektedir. Oysa Silahlı Kuvvetler milli gücü korumak için vardır.


En büyük güç, yabancıların kontrol edemediği güçtür


Dünyanın her ülkesinde gerçek iktidar, ekonomik güç sahipleridir. Fakat bugün, milli devletlerin milli güçleri ele geçiriliyor. Ekonomik güç ele geçirilince medya ele geçiriliyor, dolayısıyla siyasi partilerin neredeyse tamamı kontrol altına alınıyor. Normal demokratik yollardan siyasi iktidarı ele geçirmek için çalışmanın hiçbir anlamı kalmıyor. Türkiye’de reklâmlarda kullanılan bir söz var. Deniliyor ki  “Kontrol edilemeyen güç, güç değildir.”  Ben ise bunun tam aksini düşünüyorum. Diyorum ki, en büyük güç, kontrol edilemeyen güçtür. Tabii, başkaları tarafından, küresel güçler tarafından kontrol edilemeyen güç, en büyük güçtür. Bu itibarla, yapılacak ilk iş, yabancılar tarafından kontrol edilemeyen ekonomik, siyasi, kültürel oluşumlara sahip olmaktır.

Tayyip Erdoğan, Türk Anayasası’ndan Türklüğü kaldırmak istediğine göre, hedeflerine ulaşırsa, 2071’e varıldığında Anadolu, Türk yurdu olarak, hatta İslam ülkesi olarak kalacak mıdır? 

YARIN: TÜRKÇÜLÜĞÜN BUGÜNKÜ ESASLARI

Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder