Anasayfa

Cumartesi, Haziran 11, 2011

NE YAPMALI? Banu AVAR

NE YAPMALI?

Attila İlhan’ın altını çizdiği gibi  Türk milleti fazla ‘dikti’.   ‘ecnebileştirilmesi’ gerekti.
Sürüleştirme operasyonu uygulandı.    İsa’nın koyunları  olmalıydık.

Şekillendirme  bir ‘çoban’ olgusunun kabullendirilmesi  esasina dayalı.  Siz düşünmeyeceksiniz. Biri  size söyleyecek.  Zaman aralıklarıyla  bir sandık önünde sıraya gireceksiniz.  Oyunuzu atıp bekleyeceksiniz.  Sonra yine şekillendirilmiş bir yaşama geri döneceksiniz.  Alış veriş merkezleri, güvencesiz iş, ve ağır zehir işlevi gören  aptal kutusu arasında kilitleneceksiniz.  
 Ama genetik hafızanız sürekli sizi rahatsız edecek.  Gidişatın doğru olmadığını söyleyecek..  Ruh  sağlığınız bu çatışmaya dayanamaz hale gelecek,   çatışmadan yorulup kendini dinlenmeye çekecek…  Uyuşmayı çare olarak göreceksiniz.    
Yıllardır üzerimizde uygulanan  ‘şekillendirme’ operasyonu   meyvalarını veriyor. Bizler için planlanan bu…
Gerek feysbuk sayfasında gerekse yurdun dört bir yanında  katıldığım yüzlerce toplantıda  defalarca aynı soruyla karşılaştım.  :  ‘Durumu anlatma..Biz de biliyoruz!  Hastayız!. Sen çözümü söyle..’
Acaba çözüme hazır olmayan kulaklar çözüm önerisini duyar mı? Soru bu. Malum içinde bulunduğumuz sistem, gözleri kör kulakları sağır   dili peltek yapıyor…
Sözler ne denli somut olursa olsun ‘emir’ kipi içermedikçe  ‘soyut’ kalıyor.  ‘Git şu partiye oy ver!’  kolayca anlaşılıyor da, ‘yerel olarak aşağıdan yukarıya örgütlenmek’ önerisi, uzun bir çaba   ve her  bireyin    düşünsel ve fiili anlamda  gücünü ortaya koymasını gerektirdiğinden  ‘soyut’ kalıyor.

Bu gün çeşitli partilere gönül koyan  vatanseverler, birbirlerini  sevdikleri partiye ‘ikna’ etme arayışı  dışında ne yapıyorlar…
Hatırlatalım,   Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında da Hürriyet ve İtilaf, İttihat ve Terakki partileri vardı… Ama o yerel örgütlenmelerle tüm yurttaki çoban ateşlerini  birleştirerek işe başladı…
Demem  oki:  her partinin tabanında BİZ varız.  Önce bu gerçeği anlamalıyız.  İşi aşı elinden alınmış, hayatı karartılmış  Türk milleti.  1946'dan beri çoğulcu demokrasi adı altında kandırılıyor..  Demokrasinin ana ekseni çalışanların emekçilerin örgütlenme özgürlüğü yok ama sandık başında 'demokrat' olduğunu zannediyor.
  Futbol takımı  tutar gibi parti tutarak  özgür karar verdiğini sanıyor..
Geldiğimiz noktada istediğiniz muhalif partiye oy verin… Size parti işaret etmek haddim değil. Benim dikkat çektiğim konu  seçim sarmalının çok ötesinde.
Türkiye’nin siyasi partilerini kim şekillendiriyor? … Partiler ne kadar  ulusal çıkarların yörüngesinde gidiyor?  Neden her seçimden önce umutluyuz  ve hemen arkasından yılgınlık daha çok sırtımıza çöküyor?.  
Bakın Metin Aydoğan Ne yapmalı  adlı kitabında bugün    siyasi partilerin  içinde bulunduğu açmazı   anlatıyor.

‘Sınırları yasal düzenlemelerle belirlenen parti işleyişi, yasa koyucunun amaç ve istemlerine  uygun olarak biçimlenir.  Yasayı, meclis aracılığıyla çıkaran partilerdir.  İktidar gücünü ele geçiren partiler, yitirmek istemedikleri bu gücü, siyasi demokrasinin sınırlarını genişletmek için değil, etki ve egemenliğini sürdürmek için kullanır. Yasalar, bu kullanımın araçları haline gelir. Mali kaynak başta olmak üzere devlet olanakları büyük partilere aktarılır…. Türkiye’de  ve dünyada  siyaset, bugün, paraya ve güce bağlı, halkın yeralmadığı, büyük sermayenin denetim altında tuttuğu,  BİR ÇIKAR EYLEMİ HALİNE GELMİŞTİR:  İktidara gelen/getirilen partiler bu işleyişi sağlayan araçlar durumundadırlar…. Programlarında ya da açıklamalarında ne söylenirse söylensin, halkın ve ulusun değil, destek aldıkları çevrelerin haklarını savunurlar.  Çıkar sağlama esastır…’

Aydoğan, küresel bir çetenin  paylaşım azgınlığının çarkları arasında dönüp duran bir düzenekten bahsediyor..  Uzun yıllardır her iktidara gelen parti, küresel ahtapotun kolları arasında  kalıyor… Uluslar arası anlaşmalar, uyum yasaları,  tahkim , eğitim ve sağlıkta halkın değil küresel şirketlerin çıkarları  doğrultusunda adımlar atıyor… Seçim öncesi verilen tüm vaadler Washington ya da Londra veya Brüksel’deki bir imza dosyasında kayboluveriyor.

‘Demokrasi’ adı altında tüm ülkeleri ateşe boğan bir küresel ahtapot’la dost olmaya çalışan  ve halkının çıkarları aleyhine kararlar alan  çeşitli siyasi partileri  60 yıldır izlemedik mi?
Bu nasıl bir düzenektir?.    Aslında .  ‘Ne meclisi halk seçmektedir  ne de yaşanan süreç ‘demokratik’tir.  Siyasi işleyiş o denli ustalıkla kurgulanmıştır ki, sistemi kurgulayanların dışında bir seçim sonucu elde edilmesi çok güç neredeyse olanaksızdır.’


Tekelci bir siyaset ortamı vardır.  Ve herkes ‘oyum boşa gitmesin’ klişesi ile aldatılmıştır.
Parti dernek sendika vakıf ve sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu  dış fonlarla bağlanmıştır. Parayı veren düdüğü çalar ve para alınan ülkenin  politikaları doğrultusunda   ‘düdük’ler ortaya çıkar.  Bunlar medyadan   gerekli sesleri yayar.
Parti içi demokrasiden söz bile edilemediği gibi  ‘sivil toplum kuruluşlarının’ büyük çoğunluğunda da durum aynıdır.  Her şey lider sultası altındadır.  Örgütler baştan bağlanır.
Partilerde seçilenler halkın değil, liderin seçtikleridir.
Ne yapmalı?

Bugün, birçok aydınımızın yıllardır, defalarca  altını çizdiği YEREL  DÜZEYDE  BİR ARAYA GELİŞLER  doğal sürecin sonucu olarak gerçekleşmektedir. Son yıllarda gittiğim yüzlerce bölgede  yaptığım toplantılarda  MHP’ye CHP’ye DSP’ye İşçi Partisine  Saadet Partisine , HEpar’a hatta AKP’ye oy veren  kişilerle  bir araya geldim. Bazı kereler tüm bu unsurların ortak davetiyle konuşmacı  oldum. Yurtseverliklerinden en ufak bir şüphe duyulamayacak  birçok aydınımız, yaşamını bu vatana adamış bir çok değerli kişi değişik görüş ve gruplara dahil olmuşlar ,  zaman zaman farklı partilerde de bulunmuşlardır.  Şimdi   değişik partilere derneklere mensup bu öncülerin partiler üstü oluşumlarda bir araya gelme zamanıdır. Ve bu olmaktadır da.
Hızla gerçekleştirilmesi gereken, bu birlikteliğin, mahalle, köy, ilçe il bölge bazında  hayata geçirilmesidir.  
Geçenlerde Rize’deki çay üreticilerinden bir mektup geldi.
Diyor ki: ‘En doğal çayı biz üretiyoruz. Ama satamıyoruz. Satsak parasını alamıyoruz.  Çay fiyatı açıklanmıyor. Özel şirketler gırtlağımıza basıyor çayı ucuza kapatıyor. Çay üreticisi ölüyor!Kimse sesimizi duymuyor!’’
Daha iki gün önce, Karabük  Kardemir işçilerinin haykırışı gelmişti.
Sendika değiştirdiğimiz için haksız olarak işten atıldık. Dava açtık  dava sürecinde çeşitli yerlerde işe konduk.  Dava tamamlanana kadar yerleştirildiğimiz işyerlerinde çalışacağımızı sanıyorduk. Ama şimdi de işten çıkarıldık. Sendika yetkililerine ulaşamıyoruz. Şikayet edecek yerimiz yok Sokakta kaldık! Ölüyoruz!Sesimizi kimseye duyuramıyoruz!’’

Yurdun dört bir yanından akan bu mektuplarda emekçiler  hasbelkader karşılaştıkları  gazeteci yazar çizer den   ‘ÇARE’ soruyorlar… İşin tuhafı, seçim süreci olmasına karşın çeşitli partilerin milletvekili adaylarına da ulaşamıyorlar…Ulaşsalar da cevap alamıyorlar..ya ‘ceğiz cağız’ları duyuyorlar ya da ‘Filanca partiye oy vermemiş miydin sen!’ diye azarlanıyorlar !
Benim naçizane önerim bu noktaya odaklı.    Ateşin yakmaya başladığı  bugünlerde    3-5  aydının bir araya gelmesi ile değil,  halkın içinden sade vatandaşın aktif katılımıyla   tüm iller ve ilçelerde o yörenin somut dertleri ni dillendiren ve çözüm üreten   birimler   kurulmalı.  
Her mahallenin, yörenin, köyün, ilçenin, ilin dertlerini, yöre insanı olarak yakından bilen, kendi ilindeki sorunlara bulunan çare’leri  diğer illerdeki sorun  sahipleriyle  paylaşan ve büyüyen bir  topluluk ,    yerel önderler ortaya çıkaracak  ve tabandan  örgütlenerek ulus çapında bir elele verişin tohumu olacaktır..

Önümüzde  programı Amerikanın ünlü yatırım bankası  J. P Morgan tarafından bize satılmış SEÇSİS sistemiyle yapılacak bir seçim  var.
SEçimden sonraki gündem açık: 
*‘Yeni’ bir ‘federasyon’ Anayasası. 
*Suriye’den patlayacak kaosun İran ve Türkiye’ye sıçratılması…
*Diyarbakır başkentli  Kuzey Kürdistan belediyelerinin özerklik ilanı.
* Üniter devlete  son noktanın konulması!
Fırat ve Dicle başta olmak üzere akarsuların  kontrolünün, petrol, altın, gümüş,  bor ve  diğer  madenlerin küresel şirketlerin denetimine geçmesi…
Nisan ayında ‘Ne yapacağız’ diye soranlara hatırlatmaya çalışmıştım::  ‘Sandık kafa’lılıktan vazgeçin.  Ufkun ötesine bakın.’  diye yazmıştım.
Önerim  yakın tehlikelere karşı geniş tabanda  yerel  demokratik örgütlenmelerin gerçekleştirilmesidir.. Bunun aydınlar birliği olarak değil,  halkın içinden  filizlenerek hayata geçmesi önemlidir.  Bu yolla her şehirde, partiler üstü  ŞURA/KONGRE’lerın toplanması ve  vatansever unsurların  tartışması sağlanır.
Bu yapı,  milletvekili OLMAK ya da OLMAMAK  anlayışının çok ötesinde bir anlayışla yürütülmek zorundadır..
Siz yine gönül koyduğunuz partilere oyunuzu verin  ama daha ötesi için  geniş tabanda  bir araya gelme yolları üzerine de düşünelim…


Kaynak 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder