Minareler Füzemiz / Habip Hamza ERDEM
"Hani yurttașların çoğunluğu ‘bilmedikleri için’ göremiyor olsunlar.
Çünkü görmek de bilmekten geçmektedir.
Ancak ‘kamu görevi’ yapan ya da ‘devlet’ için çalıșanlar bile bile ve hatta seve seve Cumhuriyet düșmanlığı yapmaktadırlar."
Adam ‘minareler süngümüz’ mü ne demiști de içeri almıșlardı.
Her ne kadar asıl içeri alınma nedeni bu değildi deniliyor ise de, Ramazan Kıvrak gibi biz de ‘ne ise o’ deyip konumuza gelelim.
Konu, dinin ‘ideolojik bir aygıt’ olarak nasıl kullanıbileceği olsun.
Minarelerin zaman içinde ‘Arap palası’ olmaktan nasıl ‘kasatura’lığa geçtiği ve bugün nasıl ‘nükleer bașlıklı füze’ oldukları da denilebilir.
Hatta ‘nükler sızıntı’ olup beyinleri nasıl dumura uğrattıkları..
Arap yarımadasında, Mustafa Kemal ile yașıt birinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulușu ile koșut giden Suudî Krallığı’nın kurulușunda minareleri gerçekten ‘süngü’ gibi kullandığı bir gerçektir.
Benoit-Méchin’in Kurt ve Leopar adlı iki ciltlik kitabı bunun öyküsüdür.
Kurt ya da daha doğrusu Bozkurt Mustafa Kemal, Leopar ya da pars da İbn-Suud’tur.
Biri minarelerin manevi ișlevlerini yerine getirmelerinin koșullarını yaratmıștır.
‘Fikri hür, vicadanı hür, irfanı hür’ yurttaș kavramına ulașmıștır.
Ve, tez olsun, bu kavramlaștırma yirmibirinci yüzyılda henüz așılmamıștır.
Öbürü ise minareyi bedevinin beynine çakmıștır.
Öyle ki, bugün Arap topraklarında akan kan, bu ‘Arap palası’nın, bu ‘kasatura’nın, bu ‘süngü’nün açtığı yaradan akmaktadır.
‘Arap baharı’nın görüntüsü ne olursa olsun, o yara aynı yaradır.
Aygıt ise süngülükten füzeliğe dönüșmüștür.
Geçenlerde Louis Althusser’in ‘Devletin İdeolojik Aygıtaları’na gönderme yapmıștım.
İște ‘minare’ler bu ‘ideolijik aygıtların’ islam coğrafyasındaki adıdır.
Ne yazık ki, ‘12 Eylül’ ile birlikte bu füzelerin yapımında kullanılan ‘nükleer madde’, bir ‘sızıntı’ biçiminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerine de ulaștırılmıștır.
Ve son otuz yılda Cumhuriyeti temelleri ile birlikte darmadağın etmiștir.
Bugün, bașına ‘Türkiye Cumhuriyeti’ yazılabilecek bir ‘devlet’ yoktur.
O’nun ‘cumhurbașbakanı’, ‘bașbakanı’, ‘bakanı’, ‘savcısı’, ‘yargıcı’, ‘polisi’ ve hatta ‘ordusu’; her düzeyden okulu, öğretmeni, camisi ve imamı Cumhuriyet karșıtıdır.
Abartılı olmaması için ‘bilerek ya da bilmeyerek’ denilebilir.
Hani yurttașların çoğunluğu ‘bilmedikleri için’ göremiyor olsunlar.
Çünkü görmek de bilmekten geçmektedir.
Ancak ‘kamu görevi’ yapan ya da ‘devlet’ için çalıșanlar bile bile ve hatta seve seve Cumhuriyet düșmanlığı yapmaktadırlar.
Ne ki, bu sonuncular ‘cumhuriyet’i o ‘Arap palası’nın kını gibi kullanmaktadırlar.
Minareyi çalan kılıfını bulmak zorunda değil midir?
Bugün Türkiye denilen topraklarda boygösteren ‘devlet, Özal’ın sevdiği sözcük olan ‘transformasyon’a uğramıș ‘devlet’tir.
Minareleri süngülükten füzeliğe ‘transforme’ olmuș olan ‘devlet’.
Din ‘devletin ideolojik bir aygıtı’ olmak yerine, ‘devlet’ dinin ‘ideolojik bir aygıtı’na dönüștürülmüștür.
Dönüșümden önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde çoğunluğun dini islamdır denilmekte idi.
Șimdi Müslüman Türkiye Devleti bir cumhuriyettir denilecektir.
İstek üzerine ‘Türk’ çıkarılırsa; Müslüman Devlet’imiz bir cumhuriyettir olur.
Cumhurbașkanı seçimlerinde Bülent Ersoy ne demiști: ‘Müslüman bir cumhurbașkanımız’ olacak..
Onu bașardık.
Șimdi bu müslüman devletin ‘anayasası’ yapılacak diyorlar.
Siz ‘devlet’inizin temellerini kurduktan sonra, yazılı bir anayasası olmasa da olur.
O anayasa olsa olsa ‘minarenin kılıfı’ olacaktır.
‘Füze kalkanı’ da güvencesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder